Eki 17
seni geçersem
seni seninle geçersem dünya
gözlerimde perde ince mavi ibrişim
dolanır mı arzularım ikindi
vaktini örseleyen öfke
kalbime battıkça dünya
kan tutar beni bilirsin
toprak tutar bir avuç vaveyla
ekindim sır/atımın üstünde dikildim
bir gönül macerası boşluğa savrulan
çığlığına tutundum da geldim
dünya, kan tutar beni bilirsin
hırçın düşersem bilmezliğim say
say ki efkarlı gecelere öykündüm
sana açıldı murad
seninle açılan kapı
geçiversem hayatı düş/ü/verirdim gözlerine
bitkin savaşçı dünya
Eki 17
Sarmış cigarasını akşam, çökmüş çardak altına
Kaç fotoğraf çektirdiyse hepsi yanmış üstelik
Yar bahane, yaşamak sevmekten daha zormuş
Mevsimlerin ağrısı sanma ki bir kerelik
Basılmış bir mezranın gözlerine bakarak
Adını tekrarlardın sis inerdi dağlardan
Bir bahse tutuşurdu tarihle parmakların
Hangisi ağlayacak kimseye aldırmadan
Affedilmez ne kalır ateşe tuttuğunda
Ağaran saçlarından kavrayarak hayatı
Sakınarak sulardan geçti nice adamlar
Hepsinin de döşünde bitmez yorgunluk kaldı
Hatırla ol vakti ki güvercinler biçerdin
Hem alıngan hem mutsuz bir kızın kefeninden
Kısıver fitilini bir zaman böyle yansın
Aşk çerağı sönmemiş ölümün nefesinden
Gözlerin hangi renkti unutmuşken denizi
Bense kanla büyüttüm terütaze şuramda:
Ayrık tebessümlerin ve kabzası karayelden
Şiirimin göğsünde saplı gümüş elveda.
Eki 17
“BİZ BÜYÜK ŞEHİRLER KURMUŞ BÜYÜK BİR UYGARLIĞIN ÇOCUKLARIYIZ!”
Yanılmıyorsam 89′lu yıllardı. On alan her öğrenciye kitap hediye ediyorum. Kitap yediğimiz yıllar. Sahaflar kürkçü dükkanımız. Beyazsaray kitapçılar çarşısı. Merdiven altında Tohum Kitapevi. Kitapları didik didik ediyorum. Kimseyle konuşmuyorum. Kuytu bir yerde çete dergileri. Hakan Albayrak, Nihat Genç. O gün bugündür ikisini de kaçırmam Kitaplarını okuduğum yazarların çoğu kitaplarının altında kalarak beni hayal kırıklığına uğratmışlardır. Bunun istisnası bu iki güzel insandır… Nihat Genç’i Maçka Deresine benzetirim. Berrak, gür ve hızlı. Dar alanda tufan. Kalıplara sığmaz. Bence yeterince tanınmadı, tanımlandı. Fıttırdığım noktadır. “Kör olasın demiyorum, kör olmadan gör beni” diyor ya.. .Al bendende o kadar.
Hiç karamsar olmadı. Sabah oluyorsa umut vardır, diyenlerden. Kelimelerden kılıç yapıp soylu savaşlara çıkar. Onurlu ve dimdiktir. Onlarca baskı yaptı kitaplar. Parası hiç olmadı. 1956 Trabzon doğumlu . En çok okunan yazarlardan. Ofli hoca, bu çağın soylusu, dün korkusu dar alanda tufan, soğuk sabun, kompile hikayeler, one man show, köpekleşmenin tarihi, edebiyat derslerine giriş, nöbetçi yazılar, arkası karanlık ağaçlar. Modern Çağın Canileri, İhtiyar Kemancı gibi kitapların yanında eli kulağında beklediğimiz; Karanlığa okunan ezanlar. Kimseye yaslanmadı. Bütün bunlara rağmen konuşuyor ve yazıyor. Sevgili dostum Dr. Ünal Hülür’le Vadi Kitabevi’nde edebiyatımıza ve holdinglere yaslanmış Edebiyat dallamalarını konuştuk:
Şimdi şunu söylemek istiyorum. Ülkesine, geleneklerine kültürüne ve bugünkü siyasal, uluslararası duruma hakim olmayan bir edebiyatçının kalkıp bir metin, bir makale, bir deneme üretmesi mümkün değildir. Edebiyatçılarımız genel anlamda 1980 den sonra şairlerimiz ve hikaye yazarlarımız. Sanki dünya gündeminden düştü gibi ve uzaklaştı gibi… Ve başka tuhaf insanlar yani Medyadaki bir takım insanlar dünyadaki siyasal sorunlara sahip çıktılar. Tabii ki kör topal, tabii ki gizli servislerin, ajanlı hikayelerin ya da Avrupalı vakıfların emrinde… ya da büyük holdinglerin, medya holdinglerinin karanlık ABD ve İsrail ittifakı içinde bir yere bağlandılar. Ama nihayetinde bunlar kök olarak edebiyatçı değillerdir. Ya da bu ülkenin gelenekleri ve bu ülkelerin kültürüyle çok yakından ilgileri yoktu. Ismarlanmış yazarlardı. Hatta bunların terbiyesizliği bunları bir yere getirdi. Bu köşe yazarları tayin edilmiş bu köşe yazarları medyada romanlar bile yazmaya başladılar. Yani edebiyata da onlar hakim olmaya başladılar. Bir zaman sonra Türkiye’de laik- şeriat gibi tartışmalar çıkarmakla kalmadılar Türkiye’nin dış siyasetini İsrail eksenli yaptılar. Bankaların soyulmasına … 80 milyar doların uçmasına göz yumdular. Bütün bunlar yetmezmiş gibi birde bu insanlar, yayınevlerini ele geçirmek için büyük holdinglerle yayın kampanyasına başladılar.
Tabii ki burada Anadolu’dan yetişmiş, Trabzon’dan Konya’dan yetişmiş küçük dergiler çıkartan, küçük dergiler içinde kendini geliştiren bir insanın kalkıp isim yapması, şöhret yapması mümkün değil. Çünkü şöhretin olmazsa sen sesini kitlelere ulaştıramazsın. Bunun en büyük örneklerinden biri Nihat Genç’tir. Hem bunların gazete ve dergilerine tenezzül etmeyeceksin, hem de ismini geniş kitlelere duyuracaksın… bu zorluğu bütün hayatım boyunca yaşadım. Belki de tüm matbuat aleminde benim kadar sansür uygulanan başka bir insan olmadı. Ama ben bu toprağın çocuğuyum. Bu toprağın ekiniyle büyüdüm. Çırpına çırpına yırtına yırtına söyledim. Sonunda insanlar, öğrenciler kitleler benim metinlerimi aldılar başlarının üzerine koydular. Şunu çok önemli bir cümle olarak söylemek istiyorum: bu toprağın suyunu içip ekmeğini yemişseniz o suyun ve ekmeğin maddi organik yapısı dışında, içinde dualar vardır. Başka bir şeyler vardır. Bu size sabrı, metaneti, direnişi öğretir ve sesiniz kalıcı olur. Ben edebiyatın bir ekmeği olduğunu, çok ciddi bir ekmeğinin olduğunu ama edebiyat tarihimizde ciddi bir duası vardır. Dualarla şiirleri, mevlitleri kandillerde okunmuş çok güzel soylu şiirleri, hikayeleri olduğunu düşünüyorum. Bizim ruhumuzu besleyen damarlar bunlardır. Devamını oku »
Eki 17
Kategorilenmemiş by Sıddık Akbayır
OTUZ İKİ KISIM TEKMİLİ BİRDEN:
A. CAHİT ZARİFOĞLU
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim
1. ‘Kafkasya’dan esen bir rüzgâr’ın Ma-raş’taki serinliğidir. Fransızca, Farsça, Arapça bilen; Nakşî tarikatına bağlı, Fuzu-li’den gazeller okuyabilen; öğretmenlik, defterdarlıkta memurluk, hakimlik yapan; dört kez evlenen bir babanın oğludur. Evde, annesinin yanında hep ikinci bir kadın vardır. Yalnızlığı ve sessizliği sevmesi o yıllara rastlar. Hayattan kaçıp sanata sığınan bütün çocuklar gibi ‘yazı’yı arkadaş edinir.
2. Abdurrahman Cahit Zarifoğlu, Maraş Lisesi’nde, yani taşranın o buğulu ve sıkıcı ortamında, atak bir gençken, bilmeden, tanımadan, yani farkında olmadan Rilke’ye uyar ve sorar: “Yazmak zorunda mıyım?”. Yanıt, çok kesin bir ‘evet’tir.
3. Tevârüs edilmemiş bir asaleti ve doğuştan artistliği vardır. Necip Fazıl ona ‘artist’ der. Necip Fazıl’ın evinde bir sohbet top-lantısı vardır. Birkaç cümleden sonra ‘Ki-taplarınıza bakabilir miyim?’ diye N. Fazıl’ın sözünü keser. Sıkılmıştır. Kitapların azlığıyla şaşırır. Plakları karıştırır. N. Fa-zıl’ın sözünü yine keser: ‘Efendim, hangi müzisyenleri seviyorsunuz?’ diye sorar. N. Fazıl, ‘Betoven’ dedikten sonra biraz şaş-kın, biraz öfkeli, biraz hoşgörülü bir tonla: ‘Burada muhteşem bir konser icra ediliyor, sen orada notalarla meşgul-sün.’dedikten sonra ‘Artist’ sözünü ekler.
4. Evlerinde Dostoyevski, Balzac, Cervantes kitaplarıyla dolu bir kütüphane yoktur. 25 yaşına kadar kitabı yayımlanmış tek bir şair bile görmemiştir. Ancak, Rilke gibi dizeler yazar… İkinci Yeni’yi çağrıştıran, gizli ve karanlık dizeler… İşin garibi daha çok gençtir ve ne Rilke’yi okumuştur ne Pazar Postası’nı biliyordur, ne de İkinci Yeni’yi..
5. Nuri Pakdil’le başlayan bir gelenek, Zarifoğlu, Rasim Özdenören ve Erdem Bayazıt’la devam eder: Dergi çıkarmak! Maraş Lisesi’nde bir edebiyat dergisi çıkarır. Maraşlı genç şairleri örgütler. Ne Türk Edebiyatı tarihinin tozlu sayfalarına dalar, ne de edebiyat aleminin dedikodularına… Lise yıllarında sessizliğinden başka bir özelliği yoktur. Bu filozofça sessizliğin ona getirdiği ad Aristo’dur. Devamını oku »
Eki 17
titrer ve ü?ür kanatlary a?kyn
ü?ür gider sonsuza ve mahzundur çehresi ve kederli
insan hüznün hep savruk yany ve insan hep hüzün yolda?y
bir vakte de?en güne?ler de olmasa
insan hep yakalayamady?ydyr ardyndan ko?tu?unun
çöle susuzluk de?di yine seraba hakikat mühürlendi kalbe a?k
ve ruha sürur demledi bir hayal de gecelere saryldy alny ve iman
hep ürktükçe kaçarken gece ?imdi hep sabyrla bekledi ve hep zafer
yakyn olan uzanyrken kalbine yine gül dedi bir ses yine sürur Devamını oku »
Son Yorumlar