Haz 15
Neden özellikle harabelerin, ezilmiş insanların, yaşlı yüzlerin ve yaşlı gözlerin fotoğrafı çekiliyor, şiirlere onulmaz acılar katılıyor, işin içine sanatın girdiği her yer viranelere yöneliyor?..
Mutluluğun resmi çizilmiyor, huzurun şiiri yazılmıyor, kahkahalar müziğe tiksinti veriyor?..
Yolcu neden pırıl pırıl gökdelenlerin olduğu resimleri yayınlamıyor, Peygamber inzivaya, Galip dede İstanbul’un göbeğinde Mevlevihane’ye çekiliyor, Fuzuli dağlara meylediyor, Haşim ancak geceleri aydınlanıyor, Atay şaheser olarak “Tutunamayanları” yazıyor, Mustafa Abi hangi buhranın pençesinde kıvranarak şiire dadanıyor, Sokrat evinden kovuluyor, Bodler hâla annesini arıyor, Niçe acısını yüceltiyor?..
Oturduğumuz lüks salonlardayken kalbimiz o köhne bekâr odalarının hatırasına kaçıyor, jakarlı yüzler şehvete, mazlum yüzler vicdana kayıyor?.. Anadolu’da modernleşme neden lağım kokuyor, burnumuz o yapay parfümleri yabacılaştırıyor, çocukluğumuzun içtenlik dolu tezek kokuları özleniyor?.. Devamını oku »
Haz 13
var git bir cinayet akşamında sına kalbini
ellerinin biri çünkü henüz çocuk çağında
diğeriyse kül doğuran bir yangın mübtelası
nabzını yokluyor sık sık ısrarlı bir sonbahar
ve terkedince uykunu bir lahit sızısına
tam dilinin ucunda baldıran cesareti
hayret! ne çok ölüme yakın kendinden uzakta olmak
var git bir itiraf gecesinde sına kalbini
anlatmış olmalıyım ve unutmuş olmalısın sen
adımı soranlara gösterdiğim albümde
yanyanaydı ölü şairlerle suskun sardunyalar
hangi mısraya çarpsam kan oturdu ruhuma
ve ağladım dağınık gölgesi altında secdelerin
dile gelirmiş gibi zarfın sol üst köşesi
şimdi gece ağarıyor ve çocuklar görüyor onu
gün doğmadan ne olur arala gözlerini
kuşlara kaldı yine gökyüzünü savunmak
var git bir ihanet mevsiminde sına kalbin
Haz 13
kapılar örtülünce iki aşina keman
dağılıyor caddede akşamı yara yara
silahsız bir eşkıya düze iniyor gibi
iniyor gökyüzünden ölümün içli sesi
dağılıyor caddede akşamı yara yara
gurbette kalanların gönderdiği fotoğraf
zalimdir tam o saat tüm eski zamanlardan
af çıkarmaz acıya yolları gözleyen kan
silahsız bir eşkıya düze iniyor gibi
halvet içinde cümbüş utanç içinde şehvet
şiirini yazarken bir tüfek kabzasına
yarasında akşamın pıhtılaşıyor rüya
iniyor gökyüzünden ölümün içli sesi
ölüm: uzak akrabası gül denilen katilin
oyundan çıkılmıyor yağmura uğramadan
kavli aşk ile yaşıt iki aşina keman
Haz 13
bilmeden küstürdüğüm turnalar bağırdı evvela
bilerek yatıştırdığım delişmen şubat günleri
ve muhteris ağzımla nizamı bozulan çeşmeler hakeza
seslendiler:
dile getir! en iyi uzaktan bakılır dağlara
dağları dile getir uzaklara bakıp da.
ey benim ürkek ve acar yollarım!
çokluk alıkoyar yolcuları yolluk kaygısı
mükellef azıktır oysa nümayişsiz doğuran toprak
semavi kökleri kentin tırnakları arasında ezilmiş
bir isyan güzellemesi için elifbadır hem de
yol yorgunu çocuklar için sığınak.
ey benim uygun adım ve sarsak yürüyüşlerim!
madem bir incir ağacı gövermiş kalbinde
zorla ki ipeğe dönüşsün gövdesi
aşktan cayarsan eğer ölüme.
Haz 13
hikayenin sonunda vınladı kurşun
ölümün kocatamayacağını bile bile kuşları
dokundu tetiğine sözün kızgın beyzade
bu sır işte böyle ümmi bıraktı bizi
bıraktı bütün sevdiğimiz şiirleri üryan
koyulaşan kan sesi
ve senenin alacakaranlık bir mevsiminde
tababetten sorulmayan acılara ısmarladık yarını
çünkü yarın
elbette yarın
göğsünde sabıkalı dövmesi ile
göğsümüze liyakat nişanı takacağı gündür
yarin
Son Yorumlar