SILADAKİ YABANCI

Şiir by Fatma Çolak yorum yok »

öyle sahiplenmişim ki seni
çok uzak kalmış bana ellerinin
ağlarken takındığı ziynet
ve bir bulutu resmederkenki anlamı
gözlerinin

böyle oldu:
bir nehrin, sularını kabartıp da bir gece
köprüleri yıkmasına özentili yüreğim
kapılıp gitti sulara, üç gün sonra cesedi
bütün nehirlerin denize kavuştuğu yerde
saygıdeğer mensuplarına şehrin
ibretle teşhir edildi.

öyle özledim ki seni, ey kalbim
ölüm öptü alnımdan
özlemek nedir bilmedim.

KIRILAN BİR KALEMİN DAĞLARI TUTAN SESİ

Şiir by Fatma Çolak yorum yok »

karanlığın voltasında kıpır kıpır ellerin
öyle yağız öyle Deli Dumrul öyle hasbi
kara çocuklara olan borcuna sayar ancak
kırılan bir kalemin dağları tutan sesini.

karanlığın voltasında kıpır kıpır ellerin
kavrar ta bileklerinden Zühre’nin yangınını
ki o rüzgarlı bağrından bir otopsi sonrası
sayısız doru at yularını fırlatıp
şaha kalkar ve devirir şahın adamlarını.

karanlığın voltasında kıpır kıpır ellerin
can pazarında sınamış da silkinmiş ihaneti
kısastır demiş şehrinizi mahveden göktaşı sağanağı
bu kanlı sargılara sevdamın üstündeki.

karanlığın voltasında kıpır kıpır ellerin
öğretti her boranla gürbüzleşir hikaye
çünkü mazbut bildirilere aşkı ekleyen bağlaç
gibi senin açık denizlerdeki kalbin
ve inadına kuş sesi bin tohuma nakarat
hiçbir fezlekenin boğamadığı kadar derin
karanlığın voltasında kıpır kıpır ellerin.

SONRASI ‘MİNE’L AŞK’ !

Şiir by Fatma Çolak yorum yok »

kasılmış bozgun ertesi atlar arasından
serinkanlı bir muhasaranın eşkıyaları geçer
geçer tekmil yaban lehçeleriyle sancısız dudaklardan
en kestirme ölümdür çünkü perdahlanmış kalplere
gayr-ı meşhur ellerinde koşar adım uç veren eşkin.
kutsal kapitalin dipçiğiyle dürtülüp
tastamam puslu bir çarkın ezbere yalnızlığına akan
sansürsüz kitapların çiğ ve gelgeç bildirileri
ve yaltak düşlerle oynaşmakta mahir Babil Kulesi şiirleri ile
sıvazlanadurmaktan körlenmiş bunca bıçak
bunca sağır tiyatro mıncıklanmış bunca aşk
kahırlanma zayi olmaz karaborsa renklerin pazarında
çelik-mavide ufalanır görülmüş mektupları damgalayan zulum
hilafsız sürgüler manidar bir kapıyı
onca mağrur apolete karşı kan-kırmızı.
ve biz
bir ünlem halinde kaldık diye değil şehrin kadavrasında
civanperçemi yalazlar yokladığı’çün som acıdan tüfenklerimizi
taşar munis yatağından son yazda kurumuş ırmak
yordam bilmeyen umudumuzun sebil oluşu bundan ötürü

yılgınlıktan ilenen dilekçede mührüm yok
zaferden yüzgeri eden teskeremi ben yaktım.

ÖLÜM USULÜ AŞK

Şiir by Fatma Çolak yorum yok »

çevir başını: İstanbul parçalanıyor
minareler birbirine sokulmuş mevsim tıknefes
ayak izinde bir mahşer telaşı saklayan çocuk
yırtıyor polis kordonlarını elleri uzanırken kefenine
elleri yorgundur çünkü vakitsiz eleğimsağmalar  gömmekten
soluktur gömleği yakasında keşfedilmiş ve yağmalanmış coğrafyalar
çıkarıp onu güneşin çengeline asıyor
daha iyi kavrıyor düşen arkadaşlarının göz renklerini
polislerin anlamadığı budur işte
kalabalık meydanlarda bayrakları kıvrandıran da bu
bir marazi ümit hem fazlasıyla alicenap
ey kör şafaklarda yüreğinden ilmekler sökülen çocuk
olacak iş mi
sığ sulardan cayıp da okyanusun mavisine vurulmak

delirmiş yüzünü yontar cemi cümle aynalarda
bilir çocuk bilmesine
dağ taş dağlı bir bakışla sırlarından soyunur
bulutlar yerinden oynar rakseder boylu boyunca
kızgın harfler üzerinde bir ses
gümüş bir ses gırtlağına sığmayan

insan ölene dek yaşamalı diyor çocuk
yaşamak ölmenin kareköküyse
ve aşk bir ölümden en az iki yaşam çıkarabilmekse.

UMUDUN Z’Sİ

Şiir by Fatma Çolak yorum yok »

yine  akşam olsun Tahir
vekaletini gözlerinden alan bir akşam
aşktan yana kısmeti kapalılar dem tutarken koyuca
çarşamba pazarından dönerken anneler yorgun argın
yahut kahvelerde bezgin adamlar
düşlerini sıvazlarken barutla
bütün bunlar ve diğerleri olurken
yani her acının sonuna inerken o bir tutam karanlık
gel ve yağmur boşansın birden
utansın kanımızı cıvıklaştıran petrol
kana da petrole de aldırış etmeyen kalem
infaz memurları ağladığında çatlayan o her neyse anlayalım
imha edelim ödünç gelinliklerden yayılan kokuyu.

karanlıktan icazet alsan da Tahir
bilmek, bilmek ve bilmek için
bir çiçeği öpercesine takvimlere kapanışımızın
kalbindeki nevruzu boğazlayan gerekçelerini
uykusu kesik öksürüklerle bölünen bir genç
doğrulup denize baktığında
neden kafesteki şehzadeleri
ve tenha sularda kendini uğurlayan gemileri hatırladığını
dönersin yine biçare siyahlar ülkesine
çünkü yağmur upuzun bir sükuttan ibarettir orada
bekleyendir, beklenendir, bekleyiştir
ömründe hiç değil bir kez mahmuzla rüyalarını
çünkü akşamlar bu kadarını söylemez Tahir.