DÖNDÜĞÜNDE BÜTÜN GÜZELİĞİYLE DÖNEN ADAM

Çete/le by Ferhat Kalender 6 yorum »

Döndüğünde vücuduyla ve bütün güzelliğiyle dönen bir adamdan öğrendik hayata dair ne varsa. Aşka ve adalete en çok muhtaç olduğumuz demde doğunun kalbinde konuşan bir adamdı bu. Bütün coğrafyaların ve var oluşların dikkat kesildiği bir coğrafyadan geliyordu. Işık denizi yutmuş sonsuz geceleriyle çöl, bu adamın derin sessizliğine bir ayet gibi iniyordu. Bu kıpırtısız sonsuzluk, çıplak bir yürek oluveriyor, savrulup gelen ve ansızın çöken karanlığın ortasında yakıcı bir ateşe dönüşüyordu.

Bu adam/ bir adam kendini döne döne yeniden deniyor. Tarihi, coğrafyayı, insanı ve âlemleri yeniden okuyordu. Çünkü sırların sırrına nüfus etmenin koşulsuz yoludur bu. Umut ile korku arasında gidip gelen bitkin ve yorgun bir bilinç, bütün seslerin ve sislerin arasından hiç şahid olmadığı bir sese yeniden çarpıyordu; ” Şüphesiz mecnun değilsin sen! ” Asabı bozulmuş, mizanı şaşmış, çöl fırtınalarının önünden kaçıp gelen ceylanlar gibi ürkek bir kente dönmek, kentle dönüşmek, kente dönüşmek ancak zamanlar ötesinden gelen bir çağrıyla mümkündü. “Ol” denildi ve oldu, O yürüdüğünde yeryüzü yürüdü. Zamanlar, aşklar, tutkular, isyanlar, varoluşlar ve anlamlar yürüdü.

Döndüğünde vücuduyla ve bütün güzelliğiyle dönen bir adamdan öğrendik hayata dair ne varsa. Bakışlarının içimize düşürdüğü serinlikle bakmayı tedris ettik zamanlar boyunca. Bu adam ve dostları o denli mütevaziydiler ki kim ve kimler dursa önlerinde akıp giden suyun üstünde köpükten başkası kalmıyordu geriye. Ve kim kulak kesilse çağrısına, gülden başkasına dönüşmüyordu. Şairin söylediği gibi ” Onca yol çiğnediler, çiçek çiğnemediler.” Kasılıp kalan, kasıldıkça kibirlenen, kibirlendikçe katılaşan, katılaştıkça çirkefleşen, çirkefleştikçe köpekleşen bir zamana bahar serinliğiyle giriverdiler. Biteviye alışkanlıkların, kirli geleneklerin, sürgit ihanetlerin ve zulümlerin dilleri tutuldu. Bir keresinde salına salına yürüyen savaşçısına şöyle dedi adam; ” Böyle yürüyüşü sevmez Allah, lakin bu yürüyüş başka…” Böyledir! Kime dokunsa “insanlaştıran” bir sözü emanet gibi taşımak, sabrın yol verdiği bu bereketi her dem taze bir bahar gibi solumak böyledir.

Döndüğünde vücuduyla ve bütün güzelliğiyle dönen bir adamdan öğrendik hayata dair ne varsa. Her yağmur tanesini bir meleğin getirerek yüreklerimize bıraktığını, nerede bir yetim ağlasa hesabının bizden sorulacağını, kendimizi bilmeden, kendimizi bulmadan, bildiklerimizin ve bulduklarımızın hiçbir anlam ifade etmediğini, O’ndan öğrendik.

Şöyle oldu

Dip not by Yolcu Dergisi 2 yorum »

sahabîlerin içinde nuayman adında çok şakacı birisi vardı. yaptığı şakalar bazen aşırıya kaçardı. fakat yine de peygamberimiz onu anlayışla karşılardı. bir gün çölde yaşayan bedevi araplardan birisi peygamberimizi ziyarete gelmişti. devesini mescidin avlusuna bağlayıp içeri girmişti. sahabîlerden birisi deveyi görünce nuayman’a: “şu deveyi kessen de etini yesek, eti çok özledik. nasıl olsa peygamberimiz devenin parasını ödeyecektir.” nuayman da itiraz etmedi ve deveyi yere yatırdı ve kesti. devenin sahibi peygamberimizin huzurundan çıkınca bir de ne görsün, devesinin derisi yüzülüyor. “eyvah! devemi kesmişler” diye feryada başladı. hz. muhammed dışarı çıktı: “bunu kim yaptı?” diye sordu. “nuayman yaptı” dediler. nuayman kaçmıştı. peygamber efendimiz nuayman’ın peşine düştü, aramaya koyuldu. sonunda duabaa adında bir kadının evinin bahçesinde buldu. nuayman evin avlusundaki çukura girmiş, üzerini de hurma ağacı yaprağı ile örtmüştü. peygamberimiz eve girince birisi bir taraftan yüksek sesle: “biz onu görmedik” diyor, bir taraftan da parmağıyla nuayman’ın saklandığı çukura işaret ediyordu. peygamberimiz gitti, onu çukurdan çıkardı. nuayman’ın yüzü gözü toz toprak içinde kalmıştı. peygamberimiz sordu: “niçin böyle yaptın?” nuayman: “yâ resulallah, size burada olduğumu söyleyenler yaptırdılar bana…” peygamber efendimiz bir yandan nuayman’ın yüzünü gözünü siliyor, diğer yandan da gülüyordu. peygamberimiz daha sonra deve sahibine devesinin parasını ödedi ve işi tatlıya bağladı.

böyle oldu.

SÖZÜN EN GÜZELİYLE BAŞLAMAK

Seyir Defteri by Ferhat Kalender 4 yorum »

Bismillah her sözün başıdır. Biz dahi başlarken onunla başlarız. İnanırız ki kalemimizden damlayan her sözün/sözcüğün üzerimizde hakkı vardır. Akıp giden zaman, varolagelen tarih ve coğrafyalar üzerindeki tekmil toplumların devinimi “söz” le anlam kazandı. Duyuşlarımız ve düşünüşlerimiz kendini “söz”ün enlem ve boylamına göre yeniden biçimlendirdi. “Söz”ün dokunduğu her yeryüzü parçası bir medeniyet perspektifi kazanarak geleceğe miras kelimeler bıraktı. İnsanlar bu kelimelerle inşa ettikleri cümleleri kurgulayarak kendi tanımlarını ortaya koydular. Ve bu tanımlar medeniyetlerinin yapıtaşlarını oluşturdu. “Söz” başlangıcından beri iki ana karakter taşıyordu; biri açık, berrak, devingen bir yürüyüşe sahipken diğeri fısıltılı ve renksiz halde ilerliyor, önce yüzleştiği şeylerin rengini alıyor daha sonra onlara kendi rengini katıyordu. Çoğu zaman albenili ve çekici olan bu ikincisi oldu. Çünkü birinci söz muhatabını kendi gerçekleriyle yüzleştirir ve doğru olana yönlendirirken diğeri bulanık, tanımsız ve ayartıcı bir nitelik taşır. Wittgenstein, “Söz” ün bir yaşama biçimine işaret ettiğini ve sözcüklerin yaşam ırmağında anlamlarının olduğunu, belirtir. Ve ekler, dil olguların ve bütün olarak da gerçeğin resmidir. Böyledir, kimin dilini kullanıyorsanız, onun bakış açılarıyla dünyayı anlıyorsunuz ve yaşama katılıyorsunuz demektir. İnsan yaratıldığında meleklerin şaşkınlığını hatırlayın. “Ey yaratıcımız” diyorlardı, “Biz sana her dem şükür halindeyken, sen, duruşunda isyan bulunan bir varlık mı yarattın? Demişlerdi. Ve insana kelimeleri, kelimelerle hakikatin bilgisine ulaşmayı öğretti Yaratıcısı. İnsanın bütün varlıkların üzerinde bir konumda yükselişe geçmesi böyle başladı. İnsan “sözün tamamını dinleyip en güzeline uymayı” yaşamının merkezine koyduğunda yeryüzü dengesinin efendisi olarak; dahası ‘varlıkların en şereflisi’ olarak kabul gördü ve kendini yükseltti. Ama ne zaman ki ‘ kendine verilenlerin üstün bir güç tarafından değil de, kibrine evrilecek nefsinin süreği ’ olduğu vehmine kapıldı; ‘aşağılık bir nesne’ den başka bir şey kalmadı geriye. İnsanın yeryüzündeki duruşundaki ahenk, yürüyüşünün başlangıcında ‘verilmiş bir söz’ üzere olmasıyla kaimdir. İnsanın ile Yaratıcısı arasında bu ahitleşme dünya serüvenin başlangıcıydı. İnsanı yok iken var, bilmez iken bilir, anlamsızken anlamlı kılan bir ‘söz’ üstünde kuruldu her şey. Oysa insan kendisine verilmiş söz ile, kelimelerle, bilgiyle kendini merkeze aldığında bir başka açıdan kendine tapmaya başladığında, diğer bir ifade ile kendini varoluşun merkezine koyduğunda özgürlüğünü kaybetti. Varlıkların efendisi konumuna Yaratıcısının tasdiki ile yükselirken, varlıkların en aşağılığı konumuna kendini ilah yerine koyarak, ilahlar üreterek, ilahlar alıp ilahlar satarak yuvarlandı. Ne kadar vehmi ve hırsı varsa o kadar ilahı piyasaya sürdü ve bu piyasa ilahlarına itibar edilmesi ve bu ilahların kutsaması için elinden gelen her türlü şeytani yöntemi denemeye başladı. Bugün yeryüzünün her tarafında olan bundan başka bir şey değil. Bismillah her sözün başıdır. Ve dahi onunla devam ederiz. Cümlelerimiz ve kelimelerimiz anlam dünyamızın dışavurumlarıdır. Tanımlarımızı giydirdiğimiz zihinsel faaliyetler, bakış açılarımızın rengini ortaya koyar. Medeniyet perspektifimiz, geleceğe dönük kurgularımız ve duruşumuz ‘söz’ ün hayatta karşılık bulması, hayatla birlikte hareket etmesi ve hayata istikamet vermesi ile kaimdir. İnsana verilen emanet, yeryüzünde kurulması istenen dengenin doğru ve sürekli bir çaba ile sürdürülmesi gerektiğine işaret etmektedir. Bu da arındırılmış bilginin, diri tutulması gereken bilincin ve berrak bir eylemliliğin ifadesidir.

YOLCU 53 “KALK ve UYAR”

Bu sayımızda by Yolcu Dergisi 1 yorum »

Yolcu Dergisi son sayı

orta sayfa
RECEP ŞÜKRÜ GÜNGÖR

‘Yazar tavrı olan adamdır!’

M. Zahir ERTEKİN konuşturdu.

istikamet | ferhat kalender | yaşar bedri | ogün kaymak | ömer idris akdin | mehmet şamil | gökhan akçiçek | ibrahim yiğit | mehmet aycı | eyyüp akyüz | irfan yıldız | irfan işgören | eda aktaş | birgül polat | suavi kemal yazgıç | ümran yaka | yavuz albayrak | yahya kurtkaya | seyyit köse | bülent akyürek | hüseyin yılmaz | seda arlı | cem gençoğlu | hüseyin güç | yaşar müntehir | gül çiğdem | mustafa uçurum | rabia bulut | selçuk küpçük | bünyamin doğruer | bilal can

SÖZÜ YÜKSELTMENİN VAKTİ

Seyir Defteri by Ferhat Kalender 2 yorum »

Hangi zaman diliminde insanlık bu denli ve sürekli “kirlilik” ten bahis açtı? İnsan, “ egosu”nu merkeze aldığı ve bunu ideoloji haline getirdiğinden beri kendi cehennemini hazırladı. Dokunduğu her ne varsa kirlendi.. Bütün kavramlar “ kullanıma elverişli” ve “ sağmal” hale getirildi. İnsan türünün başına gelebilecek felaketlerden biri oldu modern travma. Tanrı’ yı göklere hapseden bir ilah anlayışı, yeryüzünde, çıkarın ve benciliğin şotalarını inşa etti. Ve “ beyaz adam” yani batılı kafa, kendi türü içerisinde eşitler arasında birinci tahtına oturdu. Dünya, onun yaşam standartlarına hizmet etmesi için yeniden dizayn edildi. Bütün dini, ahlaki ve vicdani değerler bu, “beyaz kafa”nın tanımladığı çerçevede kendine yaşam alanı bulabilirdi. Gücün ve servetin her türlü değerden üstün ya da insana ait tüm kutsal değerleri dönüştürebilecek yegane unsur olduğunu bu mantalitenin “ bilimsel ve çağcıl” çıkarımlarından öğrendik. Kendinde Tanrı’ nın işlevlerini yeryüzünde yürütebilecek dehada gören bir zihin, elbette dokunulmaz ve itaat edilmesi gereken bir makamı işaret ediyordu. Dünya denen eni sonu belli bir mekan, bu kibir ve gurur şövalyelerinin kanlı elleriyle yeniden biçimlendirildiğinde, önümüze kan ve kir yumağından oluşan ağır bir bedel bıraktı. “ Beyaz kafa” nın kendine cennet yaratma hazzını, ağızları sulanarak izleyen diğer halklar, kendileri için de bir oyun alanı ayrıldığını görünce batıya şükür secdelerinde bulundular. Artık onların da önlerine atılmış bir kemik parçası duruyordu; Modernleşme! Kim daha önce ve “esaslı” köleleşecek arzusuyla birbirlerini parçalamaya başladılar. Duruşlarını ve vakarlarını koruyan tüm değerlerden bir an önce sıyrılıp oyunun içine girebilmek için “ kişiliksizleşmelerine” çağcıl maskeler buldular. Şimdi Global köyün kavalcısı, müsvedde haline getirdiği “ ikinci sınıfları” ilahlığını onaylamaya çağırıyor. Dünün vahşi sömürgenleri, geliştirdikleri “milenyum çağına uygun” tezgahlarda “ az gelişmiş ya da gelişmekte olan” deneklerini test ediyor. Standartlara uygun olmayanlar veya bu gidişe itiraz edenlere karşı “ bozguncu- şer odağı” yaftasıyla “topyekün savaş” çığırtkanlığı yapılıyor.

Ülkemiz, yaşanan bilinç kırılmalarını hızlı ve iştahlı biçimde içselleştirilmesi bakımından tam bir labaratuar. Bulunduğu bölgede öncü. Diğer halklara örnek gösterilen ve kişiliksizleştirilmenin her tür ve yöntemini uygulama yönünde bir standart. Sıradan bir “dünya insanı” olma yolunda katledilen değerlerin başında haksızlığa karşı adaletten yana duruşumuzu törpülemek, başta gelen ödev. Bunun için içimizde biriken öfkeyi sahte “hümanizma” nın kollarında sterilize etmekle başladılar. Çevremizde olup bitenlere, yanı başımızdaki -ister bireysel ister toplumsal olsun- yıkımlara duyarsız birer menfaat düşkününden başka bir karakter bırakmamak önemli olan. Öfke ve adaletten yalıtılmış insan, kutsalını koruyacak, kutsalıyla yücelecek ya da kutsalını kuşanacak yapı taşlarını parçalamış insandır. Böylesine bir onursuzlaştırma ve “değerler”i yüzeyselleştirme operasyonu tarihin hiçbir diliminde bu kadar geniş uygulama alanı bulamadı.

Şimdi “söz”ü yükseltmenin zamanı. Beyaz kafanın etrafımıza ördüğü duvarlara karşı sözün muhkem kalesini inşa etmek vakti. “ İnsan kalmak” dahası varlıkların en şereflisi makamını korumak şimdi “söz” e düşüyor. Satılmış ya da kiralık kalemlerden dökülen albenili zehirlere bakmayın. Onlar sadece soysuzlaşmanın ehramına taş taşımaktan başka ne yapabilir ki? Yeryüzünde duyan, gören ve akleden ve mutlaka kalbiyle akleden herkes, bu insan soyuna karşı girişilmiş hain saldırıya karşı en kavi cümlelerine sarılmalı. Sözle gelen öfke, adaletin, özgürlüğün ve erdemli toplumun kapısını açacak mihenk taşıdır.

 Sayfalar:  « 1  2  3 »