SAYIKLAMALAR

2

Dar bir koridordaydı ve her gün biraz daha daralıyordu koridor. Bir penceresi olsaydı keşke, o zaman aldırmazdı dar gününde daralan koridorda sıkışıp kalmasına ama her şey bir yok oluştan ibaretti. Yetseydi gücü ve değiştirseydi yazgısını, “hep ben mi?” demeyi bıraksaydı dilinin ucundan; biterdi kaygısı ama hayat hep bir koşuşturmanın içindeydi ve yokuşu çıkmak yoruyordu insanı.

Bu merhem en çok bir yaraya yakışır, bu bakışlar esmer bir duruşa, yürüyüş acemi bir ceylana.

Eve girer girmez üzerine sokaktan yapışan bakışları elinin tersiyle itip, paltosunu babasının paltosunun yanına astı. Şimdi bir sokak daha kapandı, çıkmaz oldu. Bilseydi, yalandı, ürkekti; kahretsindi.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Önce televizyonu, radyoyu, kasetleri, kurulmamış düşlerini pencereden atarken; “gözlerimi asla” dedi, kapadı gözlerini, bir süre öylece dinledi sessizliği. Sonra karanlığın ürpertisini üzerinden atmak istercesine açıp gözlerini, “ışık” dedi; “ne olur karartma yolumu.” Karanlık bir yolda yürürken ve geçerken mezarların yanından, ürperten hafif bir rüzgar esiyorsa, korkulan; mezarlar değil, ölümün ayak sesidir. Duyulan küçük bir çıtırdı bile, her an arkadan dokunacak soğuk bir eli beklemeye yetecektir.

-Ölüm, git başımdan. Hazır değilim randevuna.

Dilindeki sayıklamayı saklamayı düşündü bir an.

– Eve gelirken lütfen sayıklamalarını getirme, korkuyorum;

diyen isteği kırmamak için evde sayıklamama kararını pekiştirerek, “son kez” dedi. Boyun eğik, itaat tamam.

Uçsuz bucaksız bir çöl; “pijamalarını giy” sesini kulağının ardına atıp ayakkabılarını dolduran kumlara batıp çıkarak yürüyor. Bir sancı var beyninde. Sancı yüreğine doğru süzülürken daha da hızlandırıyor yürüyüşünü. “Bir hurma dalı gerek bana” diyor, “sonra giyerim pijamalarımı, kokusu asırlar öncesine ait, üzerime gölge olacak bir hurma dalı gerek.” Ayakları iyice kuma gömülürken uzaktan bir penguen yaklaşıyor. Penguene; “bu çöl Bülent Akyürek’ in yüreğine gider mi? diye soruyor. Penguen sallapati, sessizce uzaklaşıyor.

Evdeki ezgin yürek, “bitti mi?” diyor. “Belki” sözünü tanıdığından, kalkıyor yerinden, halıdaki kumları sabırla süpürüyor. Yalnızca penguenin ayak izleri kalıyor halının üzerinde. “Giy pijamalarını.”

– Baba olmak için hazır mısın? Kovabilecek misin başındaki kavak yellerini. Evim cennetimdir deyip, gün kararmadan sığınabilecek misin yuvana?Yelkenler fora, televizyon yok, radyo yok, kitap (baş köşede), aşk…(derin sessizlik, kusursuz kabullenme)

Hani ilk aldığın kitap vardı ya, üzerinde kuşların uçtuğu, ağaçların çiçek açtığı; okuduğun ve bir şey anlamadığın kitap. Yok artık kuşlar, ağaçlar da kurudu.

– Kim vurdu kuşları? Kitabın kapağı da yırtılmıştı hani. Günlerce ağlamıştın kitabın yırtık kapağı elinde. Hiçbir şey avutamamıştı seni. Kanmamıştın kimseye. Ağaç da kurumuş öyle mi?

Yalan yakışmıyor diline. Deprem çadırlarında; “ne kadar hoş ve rahat bir yeriniz var” deyişindeki burkulmayı anlamadım sanma. Dilinin üzerindeki örtüyü kaldırmadan, kalkmaz bu sis. Şunu da unutma, asıl rahat olan, bir çocuğun üzerine çadır olan, bir evin yıkıntısıdır. (Mekan cennet) Kaldır bakışlarını. Hatırla ve hayret makamında hayır dile, en hayırlı olandan.

Büyük bir yangın sarmış her yanı. Uzanan eli, küçücük eli tanıyorum. Ne olur bu kez yalan deme. Sıyır ve sıyrıl ateşten. Kır aynayı, çık dışarı.

“Hani hepimiz kardeştik,  Sesinizi sesimize ekleyip büyültecektik çığlığımızı. Yere düştüğümüzde, ilk siz koşacaktınız yardıma. Üstümüze gölge yapacaktınız koruyucu sözlerinizi. Ve hani tutacaktınız yüreğimizi sımsıkı.  Atacak taşımız kalmadı, gül göndermeyin bize.”

İlhami Çiçek mi dedin? Satranç dersleri veriyor,cuma günleri. Toplamış başına dostlarını, edebiyattan, Tokat’tan ve aşktan dem vuruyor. Bekleriz. Kimse görmeden yangının küllerini halıdan süpürmeli. İlhami Çiçek de şah olarak gitti zaten. Yoksa kırılan aynayı mı kaldırsam önce.

Yalnızsın

Issız karanlıkta

Yağmurdan kaçanlara inat

İçime düş yağmur diyorsun

Kimseler öğrenmeden

“Yağmura bakmayı cam arkasından”

Ve ıslanmadan arap kızının saçları

İçime düş yağmur diyorsun

Düşüyor

Düşüyoruz.

Yaşadıklarım düş belki de. Öğrendiğim aşk yokuşunu bitirmedim hâlâ. Nefesim yetmiyor, sırtımdan kaygılarımı atmadan bitmez bu yokuş.

-Anne, duyuyorsan sesimi, üç kez dokun kalbime. Dokun ki düşmeyeyim.

Sakarya caddesi, çayevi, değişen yüzler, öfkemi dindiren caddeler, çöldeki penguen; söyle bana, geçti mi yaraları Bülent abinin. Sahi onun yüreğine nasıl gidilir, hangi istasyondan kalkar treni ve uğrar mı buralara?

-Ben mi ? Say ki askerim, kıdemsiz.

Yine akşam, evdeki sessiz bekleyiş daha koyultuyor karanlığı. “Paltonu çıkarmamışsın” diyor ürkek ses. “Üzerine yapışan başkalarının bakışlarını neden getirdin içeri?”

“Ya gözler, ya sayıklamalarım”; ikileminde “ben” diyor kapıdan çıkan ses. Çarpılan kapının ardından üç kez sallanıyor ev, üç yaprak düşüyor dalından, üç kuş vuruluyor tam gözlerinden.

Sonbahar/sonhazan. Ayak altında yapraklar. Çıkan ses, dayanılır gibi değil. Hüznün kabaran dalgaları gibi her adımda artıyor yaprakların çığlığı.  Rüzgar üstüme üstüme geliyor. Tarihsel bir yazgıyı bitirip, Ankara’yı yüzüstü bırakma telaşındayım. Bu şehrin üzerindeki sis kalkmadan uğramam bir daha. Geçmem  sokaklarından. Adımı silerim köşe başlarından ve caddelerine düşürmem yazgımı.

Yatağına kırgın ırmak, söyle nedir rengin

Kızıl mı

Yeşil mi?

Çayınız nasıl olsun?

-Elimizde hiç tavşan kalmadı.

“Biraz sessizlik o zaman.”

-Baba olmak yakışacak sana.

-Sahi mi, nasıl durur üzerimde, provalar yetişir mi? İlk kez baba olacağım da, heyecanlıyım.

-Geçer şimdi. Adımını sağlam bas yere, ürkütme çiçeğini. Üzerindeki geçmiş saman izlerini süpür.

-Tek şekerli olsun çayım.

Bu halimle hangi yokuşu çıkabilir, hangi savaşa bulaşabilirim. Katılmak katlanmaktır, biliyorum, bu yüzden katılmıyorum sana. Hep kendi makamımdan şarkılar söyleyeceğim.Yokuşu tersyüz ettim, yokuş aşağı yuvarlanıyorum.

Şimdi bırakıp herşeyi yüzüstü, çöldeki penguene son kez sorup Bülent abiyi, tavşanın randevusuna yetişmeliyim. Waldo’ nun yerini tavşandan öğrenebilirim.

Üzerimde paltom eve girdiğimde yabancısı olmadığım bir sıcaklık karşılıyor beni. Paltomun yeri, babamın paltosunun  yanı. Şimdi bütün sokaklar açık.

Dar bir koridordayım. Üzerimde dünden kalan hiç bir şey yok. Aralıyorum pencereyi, gökyüzü masmavi. Adımı yeni baştan yazıp, yine ve yeniden diyorum, yenilmeden.

Üniversite önündeki solgun güller, siz hâlâ mahzun ve güzelsiniz, değil mi?

İbrahim Abi, dünyayı yatırsak güzellik uykusuna, değişir mi her şey?

Ebuzer buralara da uğrar mı usta?

Ve hâlâ hayat, hiç bi şey mi Gökhan abi?

Önceki İçerikSAKLADIĞIM ÇELİŞKİ
Sonraki İçerikTOPRAK RENGİ HAYAT