GÖLGELİ AYNA

4

Önce bir ağaç gölgesi bulmalı, sonrası yaman bir serinlik. Her taraf ıssız bir çoraklığa teslim. Hızla gitmeli ve efkâr dağıtan bir gölge bulmalı. Tek tek ağaçlar var tarla ortalarında. Etrafı yorgun köylülerce sahiplenilmiş; bir hasatı bitirmenin keyfini acıyla çıkaran köylüler var ağaçlar altında.

Eskimiş bir yalnızlık benimki. Dile düşmüş, göze gelen, itibar görmeyen bir tenhalık. Aslında aradığım serin bir ağaç altı da değil; başımdaki kalabalığı savuşturmak, kendimi dinlemek ya da toprağa daha sağlam basmak ayağımı.

Otobüsteyim. Yokuşlar çıktık, virajlar döndük, mola verdik bir ovanın ortasında. Hayret; Sivas-Kayseri arasında neredeyse tek dikili ağaç yok. Sivas girişindeki hatıra ormanı tabelaları da sessizce bırakıldıkları bozkırı bekler gibiler. Karadeniz’in nefes kesen yeşilliği düşünüldüğünde insanın içi dışı koyu bir terkedilmişliğe bürünüyor buralarda. Bir ağaç gölgesi aramak için yanlış mekân seçmişim diyeceğim ama “Tokat bir bağ içinde” diyor içimdeki ses; çığlık çığlık büyüyor Yeşilırmak, Niksar, dağ, ova…

Sen görmeyeceksin buraları. Perdeleri aralayıp, sokağa bakmak ya da bir balkon köşesinden gelip geçeni izlemek değil bu. Gözünü açmak için dışarı süzülmelisin ilkin. Kalabalık otobüslere binmek, minibüslerin en arka koltuğunda başını cama dayamalısın ve sahiplenmelisin bir ağacın gölgesini. Kalabalık bir caddede omuzlarına çarpıp geçenlere aldırmadan yürümelisin. Karanlık çökünce şehre, daha bir yalnız kalıp, aydınlanan vitrinlere aldırmadan dönmelisin evine.

Yanıma birilerini çağırmalıyım. Dönüp duruyorum boş odada. Aslında boş da sayılmaz oda. Duvarlardaki İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Haydar Ergülen şiirleri; itinayla sıralanmış kitaplar. Alışılmış bir hareketle aynı kitabı alıp, aynı sayfayı açıyorum. Edip Cansever; “Tokatlı diyorlar ya da bir atın başlangıcı/eğilmiş sakin, içkiler alıyor kalabalıktan'” diyor şiirinde. Bir ara düşünüyorum bu şiirin neden antolojilere girmediğini. Antolojiler, şiir mezarlığı…

Güz yağmurları başladı. Sanki dinmeyecekmiş gibi yağan yağmur, birden diniveriyor. Üşüten bir rüzgâr başlıyor sonra. Annemin sıkı soğuklara alıştırmadığı vücudum, ister istemez ürperiyor. Annem de benim gibidir zaten. Hafif bir soğuk başlamaya görsün, bürünüverir örtüsüne. Babam; her zaman dinç, soğuğa dirençli gövdesini gezdirir karakışta.

Bu kasabadaki ikinci yılım da bitti. Yalnızlığa, soğuğa, unutulmaya ve Müslüm Gürses’e en çok bu kasabada alıştım. Evimden bir bulut gibi çıkmayı, çamurlu yolda yürümeyi ve dağların başındaki dumanın hiç gitmediğini burada öğrendim. Akşam olunca pencerelerde uğuldayan rüzgâr, hiç aralanmayan kapım, bir şehre duyulan özlem ve yorumlanmayan rüyalarım var. Gölgesi çok buraların. Durup soluklamak için, esen yelle savrulmak için gölgesi çok buraların.

Ağaçlar, toprak yol, radyodaki türkü, fırından yayılan koku. Bunlar hep aynı. Her yer yaprakla dolu. Kapı önündeki kavakların yaprakları bunlar. Durgun su gibiyim. Kurulu bir saatten hiç farkım yok. Sabahlan hep aynı yoldan geçiyorum. Tek yolu var kasabanın. Ben de tek çıkış yolumu kullanıyorum her zaman.

Birden karardı her yan. Sessizlik çöktü üstümüze. Çiçekler bir bir kapandı. Odanın içi gölgelerle dolu. Ruhumu karanlıktan kurtarma uğraşındayım. Ayaklarım dolaşıyor, başımda durmayan bir ağrı. Önümde karanlıktan korkmuş çocuklar var. Dilimin dolaşmasını durdurup, içime dönüyorum. Döndükçe aydınlanıyor oda; ferahlıyor içim, gülüyor çocuklar. Duvarımda sıcak bir güneş.

Ah, yine sabah oldu. Sanki güneş hiç doğmayacakmış gibi karanlıktı her yer. Sen korkmazsın karanlıktan. Koca ormanların içinde ürpermeden dolaşırsın. Ardına bakmadan yürürsün yolda. Ben tedirginim, adımımı atarken ürkeğim biraz.

Ben de hep böyle. Gelecekte neler olacağını düşünürken, günü yaşayamadım hiç. Başladığım işler bitmeden yeni işlerin içinde buldum kendimi. Her şey değişiyor zaten. Mevsimler değişiyor, aşklar değişiyor, bakışlar değişiyor dünyaya. Bu hıza ayak uyduramadığım yerde, yığılıp kalıyorum.

Güzellikler bir var bir yok, sevgiler de öyle ama ölüm hep var, yanı başımızda duruyor öylece. Üstümdeki ağırlıklardan kurtulmak için değişik isimler buluyorum kendime. Her yeni isimle birlikte, parmak uçlarımdan kuşlar havalanıyor. Aman Allahım, kuşdilinden anlamıyorum ama kuşların yakarışlarını hissediyorum. Sonun da kuşlar da ölüyor, toprak biraz daha büyüyor gözümde. Parmak uçlarımda ince bir sızı.

Eskimiş bir çizginin üzerinde yol alıyorum. Yanımda daha eski bir nehir. İki tarafı söğütlerle kapalı nehrin her yanı gölge. Yürürken ağır ağır, gölgeden çıkamıyorum. Üstüm başım gölge.

Hiçbir şey kalbime hükmedemiyor. Saatimin durmasına, günleri unutmama aldırmıyorum. Sen yorgunluğunu atmak için gelsen yanıma, ineceğin durakları şaşırmasan da, olmuyor. Aynamdaki suretin; biraz eski, biraz yalan, inanma sen aynadaki yüzüne. Benim aynam gölgeli.

Nihayet açıyor hava, dağılıyor bulutlar. Hafif bir rüzgâr okşuyor bedenimi. Elindeki derme çatma uçurtmayı havalandırmaya çalışan çocuğu seyrediyorum, uçurtma yükseliyor üstümüzde. Dalgınlığımı çocuğun ağlaması dağıtıyor, uçurtmayı çocuğa veriyorum, daha da yükseliyor uçurtma.

Gözlerinde aynı sır. Konuşmasan da anlıyorum dilinden. Serzenişlerinde aynı acı. İçinde dinmek bilmez bir yağmur.

Geldiğin gibi gitmelisin buradan. Bu kasaba bana bile dar geliyor. Otobüse verecek paranın olmaması malum. Bir an önce evine dönüp, örümcek ağlarını temizleyip, kitapların tozlarını almalısın. Acını dindirecek en uygun kitabı -Acı Denizi- almalısın ve ritmik bir müzik eşliğinde uzaklaşmalısın kendinden. Günün birinde sıyrılırsan şimdiki halinden, gelmelisin ve süzülmelisin, aynama, dağıtmalısın gölgemi.

Rüzgâr neredeyse ağaçları kökünden sökecek. Sokakta hiç kimse kalmamış. Sis, toprak, ağaç, rüzgâr. Her şey yoluna girecek. Belki de çocuklar hiç ağlamayacak. Sen geleceksin ve aydınlatacaksın içimi. Binbir gece gibi uzun gecelerimiz olacak. Güneş doğacak üstümüze, aydınlık günlerimiz olacak. Denizler göreceğiz rüyalarımızda, ıslak saçlarla uyanacağız sabahları. Gölgesiz bakışlarımız ve aynalarımız olacak gerçeği gösteren. Sonunda yüzümüzü dönüp gökyüzüne, haykıracağız son nefesimizle; hayat kimden yanasın?

Önceki İçerikESMERLİĞİME BAKMA
Sonraki İçerikGÖVDEM ÇİÇEK MEZARLIĞI