KEŞKE UZAK OLMASAYDI

1

Hep aynı şeyi yapardı, yine gelmedi. Tutkunu olduğum bir özlemle beklemelerim de boşa gitti ve yine gelmedi.

Vakit akşam, sis inmiş her yana. Hafif yağan yağmur saçlarımı bile ıslatmıyor. Yine de elimde olmadan sığınacak bir yer arama telaşındayım. Keşke diyorum, yağmur dinse de biraz daha beklesem, belki gelir.

Yabancı bir şehirde dolaşmak kadar beni rahatlatan bir başka şey yok. Çevremdeki mekanlar ve bütün insanlar benim için yabancı. İlgiyle baktığım şehrin sıradanlıklarına, benden başkasının ilgi göstermemesine aldırmıyorum. Her yanı bir çırpıda öğrenme gayretiyle ağır ağır adımlıyorum caddeyi.

Hayat hep kaldığı  yerden devam ediyor. Uzak adına ne varsa hep yanı başımda. Bir zamanlar geçiştirdiğim, önemsemediğim sıradanlıklara bile öyle hasretim ki. Yaşadığım şehrin en köhne sokakları bile gözümde tütüyor. Şimdi bu uzak diyarda ardımda kalan yerlere methiyeler düzmek de kâr etmiyor. Hele bir geçsin diyorum şu günler, hele bir geçsin…

Annemin her sabah bıkmadan beni uyandırmak için gösterdiği sabır ve gayreti; “bak, şimdi güneş doğacak” telaşı kulaklarımda çınlıyor. Şimdi her sabah uyandırıldığım bet bir ses, yeni başlayan günün daha doğmadan karaya boyanmasına yetiyor. Keşke diyorum, annemin yanında olsaydım da, erkenden kalkıp içimi arındırma telaşını zevkle yaşasaydım.

Yine gelmeyecek, belli. Yağmurda durmadı zaten. Hem o, yağmurlu havaları hiç sevmez. Yağmur ve toprak kokusu ölümü hatırlatıyor deyip kaçar yağmurdan. Ama “yağmur duasına çıksaydık dostlar” deyince içi dışı sırılsıklam olur sanki.

Her sabah aynı şey. Ağır ve monoton hareketlerle yataktan kalkmak, tıraş olmak, bizi tek tip insan haline sokan elbiseleri giymek ve vazifeye onurla başlamak… Aşağı doğru inerken, bu beton yığını şehri her sabah sis altında görmek, daha bir kaçırıyor keyfimi. Şimdi bizim oralar pırıl pırıldır ve insanlar aydınlık yüzlerle selamlarlar sabahı. Sise gömülü şehrin insanları da aynı bu iç geçirten hava gibi ; karanlık, sessiz.

Bitecek bu günler demek için daha erken ama elbet geçecek günler. Sayılı günün çabuk geçtiğine artık inanasım gelmiyor. Dakika dakika saydığım saatler burada daha bir ağır başlı hareket ediyor, geçmek bilmiyor. Belki bizim titizlikle saymamızdan etkilenip ağırdan satıyor kendini. Oysa mutlu günlerimizde durum bunun tam tersi olurdu. Geçmesin derdik şu günler, bitmesin mutluluğumuz. Ama geçip gidiyor günler. Geriye albümlere gömülü fotoğraflar kalıyor. Baktıkça iç geçirdiğimiz, içimizi burkan, anlık mutluklar. Baktığımızda geçmişin sefasını sürdüğümüz tebessümler. Zaten her albüm hatıralar mezarlığı değil midir?

Bu huyumu hiç sevmiyorum, çevremdekiler hep takdir etseler de ben teğet geçiyorum bu huyumu. Yine aynı şeyi yaptım ve erkenden buluşacağımız yere geldim. Ama her zamanki gibi yalnızca ben geldim. Hep bekliyorum. Hiç beklenen olamadım. Ve gelmedi hâlâ.

Hafta sonlarını çok severdim. Tatil olmasına rağmen yine yatamaz, erkenden kalkardım ama kocaman iki gün benim olurdu. Dilediğimce harcardım bu iki günü. Burada her şey tam tersine. En sevmediğim günler hafta sonları oldu. Günlerin adını da değiştirdim: Kırmızı Cumartesi, Siyah Pazar. Arazi olmak gibi bir marifetim olmadığı için de hafta sonları gönüllü ayrılıyorum iş için. İçimde ağrıyan bir yerlerimin varlığına hiç kimseyi inandıramadan emre itaat kıvamında hafta sonunun tadını iki büklüm çıkarıyorum. Zaten hafta başında da hiç kimse; “dinç ve dinlenmiş bir şekilde güne başlamanın onurunu yaşayın” diye selamlamıyor bizleri. Çünkü çark dönmeye devam ediyor.

Kış geliyor ağır ağır. Soğuk hissettiriyor kendini. Telefonda hayatımı paylaştığım içli ve ağlamaklı bir ses; “sıkı giyin, sakın üşüme” diyor. Sesi duymam bile içimi ısıtmaya yetiyor. Bilmiyorlar ki; onları düşünmemin bile ısınmama yettiğini ve hasreti azalttığını. Soğuk var buralarda. Ben uzakları düşündükçe ısınıyorum, hayali bile yetiyor mutluluğun. Bu hasrete, soğuk işler mi be adam.

Adı kısa olan kilometre taşının izlerini, geçen uzun yıllar silemeyecek belki. Adı kısa olan fakat içimde derin yaralar açan dönemler yaşıyorum. Güneşin doğuşu hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Çılgınca selamladığım her gün, bildik sonlarla bitiyor ama biten her gün, kazanılmış bir zafer kıvamında.

Yalnızlık en büyük sığınak. Gecenin koynuna ve karanlığa karşı yalnız direnmek, gücümü daha da artırıyor. En son girdiğim bir sınavda elli soru içinden “evet” cevabı verdiğim tek soru; “kendini kalabalıklar arasında yalnız hisseder misin?” di. Kalabalığı hiçbir zaman tercih etmedim. Onurlu bir yalnızlığı; yalanın, iki yüzlülüğün kol gezdiği kalabalıklara tercih ediyorum.

Biliyorum, yine gelmeyecek beklediğim. Zaten hep böyle yapar. Beklemek bu ıssız karanlıkta kaderim oldu. Keşke “uzak” diye bir şey olmasaydı. Yağmur ne kadar dinmiş olsa da ayaz var dışarda. Isınmak için gözlerimi kapatıyorum. Karşımda bir silüet beliriyor. Tamam, şimdi her şey yerli yerinde. Varsın gelmesin beklediğim. Soğuk işlemez bana.

Önceki İçerikKALPLERİ HİZAYA ÇEKMELİ
Sonraki İçerikPORTRE DENEMELERİ 2 “ALİ BULAÇ”