DURAK YAZILARI I

13

ŞAİRİN KONUMU
F. Kafka kendisiyle yapılan bir söyleşide şairin, diğer insanlar karşısındaki konumu hakkında şu kışkırtıcı tespiti yapar; ” Şair her zaman toplumsal ortalamanın altında ve daha güçsüz bir varlıktır. Sırf bu yüzden dünyadaki mevcudiyetinin ağırlığını diğer insanlardan daha çok hisseder.” Bir anlamda Kafka, şairin diğer insanlardan daha zayıf ve güçsüz biri olduğunu söyleyerek sanatçının kibir ve sözüm ona farklılık peçesini indirmektedir. Esasen bu tespit şiir ve şairden öte bütün sanat disiplinleri açısından geçerlidir. Diğer yandan şairi (veya sanatçıyı), büyük veya erişilmez yapan şeyin ondaki bu zayıflık olması ilginç bir paradoks olarak görülebilir.

Şiire ve sanata değin bu tür farklı ve kışkırtıcı değerlendirmelerin kültür ve sanat hayatımıza son derece yabancı olduğu kanısındayım. Büyük bir şiir geleneğinden gelen kültür ve sanat hayatımız içinde şair denilen mahlûk; büyük metafizik hissedişlere sahip, tanrısal iklimleri soluyan, gecesi ve gündüzü belirsiz, adeta göksel bir varlıktır. Bu yüzden Kafka’nın ki gibi son derece mütevazı bir şiir-şair yorumu bizlere yadırgatıcı gelmektedir.

Şimdi burada durup şiir üretimine biraz daha yakından bakalım.  Şurası asla unutulmamalıdır ki şiir, ilkin bir ” dil ”  işidir. Türk şiirinin kalitesizliğinden ve çıkmaz bir yolda olduğundan söz edilen şu günlerde şiirin bir ” dil” işi olduğu ıskalanmaktadır. ( daha da kötüsü şiiri sadece bir “dil” işi olduğunu zanneden anlayıştır ki bu başka bir yazının konusu olacaktır.) R.M. Rilke gençliğinde çok şiir yazmakla eleştirilir. Ancak gün gelir hiç şiir yazamaz. Büyük şair Stefan George’a gider ve akıl danışır. Usta şair de ona gözlem yapmasını tavsiye eder. Bunun üzerine Rilke ilhama bağlı olarak değil gözlem yaparak şiir yazmaya çalışır. Bir gün bir hayvanat bahçesinde saatlerce bir panteri izler ve en güzel şiirlerinden biri olan ” Panter”i yazar. Yine Rilke’nin genç bir şaire söylediği gibi; ” Evet çok büyük duygularınız ve duyumlarınız olabilir, büyük acılar çekebilirsiniz ancak, azizim şiir duygularla değil kelimelerle yazılır.” Yahya Kemal, modern Türk şiirinde, şiirin bir ‘dil’ işi olduğunu fark eden ilk şairimizdir. Bu sebeple bize büyük bir şiir bırakmıştır. Aynı şekilde II. Yeni, şiirini ‘dil’ içinde kurmaya çabalamış bunu da büyük ölçüde başarabilmiştir. Bu örneklerden benim çıkarabildiğim şu ki; şiiri sadece ilhama bağlı ve şairin yeryüzünde yarı tanrı yapan anlayış ” has” şiiri kuramaz. Şair, yaşadığı kültürel, sosyolojik ve politik olgu ve olaylardan bağımsız mütemadiyen göklerden ilham alan bir varlık değildir. (Bu tespitten inşallah Türkiye’de bir dönem yaşanan Toplumcu Gerçekçilik denen berbat tecrübeler hadisesi anlaşılmaz.)

Şairlik dilin efendisi, hadi öyle söylemeyelim, kelimelerin efendisi olabilmekle başlar. Tabi daha önce ‘dil’ in çıraklığını gönüllü olarak kabul edenler bu efendiliğe layık olacaklardır. Divan şairleri şiire gönül verdiklerinde asla şiir yaz(a)mazlardı. İlkin ustalarının rahlelerine çöker, yıllarca aruz vezinlerini bir kalıp gibi zihinlerine nakşederlerdi. Uzun süre devam eden bu vezin talimlerinden sonra kelimelere, mazmunlara el sürebilirlerdi.

Kafka’ya dönecek olursak şair, ortalamanın altında güçsüz ve zayıf bir kimsedir. Bu kırılganlık ve zayıflık ondaki şiirin ana sebebidir. Şair, dünyada kimsesi olmayan daha doğrusu olmaması gereken kişidir. O, varlığın içinde zaten kol gezen kadim acıyı ve hüznü yine varlığın evi olan “dil” de “dil”e getiren yoksunluk anlamında bir “garib”dir.

Sonraki İçerikKÖRLERE AYNA DAĞITIYOR DÜZEN!