EBEDİLİĞE DAİR

4

Hayatı, ona yüklediğimiz anlamlar toplamı diye nitelemek; sıkışıp kaldığımız köşemizde sonsuzluğa dair üç beş kelamımız olmasını sağlayan bir yorumdur. Ta ki aslımızın manasından çıkıp; varacağımız güzelliğin dergâhında bir nokta olmanın şerefine dair sırrımızın yankısında kendimizi görebilelim…
Yaşamak manasında, gelgitlerin demlediği bir yürek, maneviyatın efsununa yaslanmadan kırıklarını onaramaz. Zira varlığın şükrünü yansıtmak; içsel bir hissedişin dilin maddesinde bestelenmesinden geçer. Bu da, sonsuzluğun kapısında oturup; yağmurların büyüttüğü bir yüreğin nabzında ağlamanın gizine ermekle var olur. Bunun içindir ki; gözlerin hayâsının tekilliği; çokluk sırrından daldığımız denizden yüreğe çokluğu kaçırmadan; okyanusun dibindeki incileri, mercanları seyredebilmenin şeklidir.
Karmaşık bir yapıda varlık dairemize giren yaşamak; avuçlarımızın içine güneşi alıp da; yanmanın olmamasının yalanlığı kadar serapsal bir minvalde seyreder sırrını. Yanidir ki, gecenin dervişliğini yüreğin çölünde hissetmek; günün sükûnetini aynaların ardında unutmaya muktedir olabilmenin canında can bulur. Bunun için, eğer hala geceye dair ve varlığa dair ve aşka ve kalbe dair ruhumuzun tekâmülü için bir ukdemiz varsa; bu yaşayabilmenin müntehasında dirilişe dair üç beş kalama sahip olma lüksümüz var demenin adıdır.
Geceyi tersine çevirip de günü onda bulabilmek, güneşlerin sırtında gizlenen hilali yürek gözüyle seçebilmekle mutlak hale gelir. Bunun hükmü; aldatıcı olan bu çölde serapların nazından ebedice uzaklaşmak ve malum bir vakte yaslı ahde varlık ruhuyla sarılabilmekle mana bulur. Gel gelelim, aynaların derinindeki zıtlığın sırrına: Saydam olan camın altına siyah bir renk koymadan ona ayna diyemiyorsak; çöl siyahlığıyla kaplı bu yaşamak astarının üstüne de saydam olan varlık sırrını, aşk sırrını, iman sırrını geçirmedikçe; onu ruhumuza örtemeyiz. Örtsek bile serapları net bir şekilde onda yansır halde bulamaz; onların yalancılığında kendi aldanışımızla ağlar kalırız.
Ey sözün derininde çığlıklarıyla gezinen derviş!
Nazlı bir ahdin, mutlak varlığa tevekkülünün ecrini bildiğinden beri; korkunu örten ümit güzelliği, yanaklarındaki aşkın kızlığını demler gül tadında. Çünküdür ki, şafaklarda beklemek, güneşe hasretin kavurduğu gönül; gecenin yangınına dair vaat edilen ecrin vezninde söyler gazelini. O gazel ki, ebediliğe dair irkilişin adı ve irkilişe dair ezeliliğin tadıdır…
Ey özün derinliklerinde aşkıyla inleyen derviş!
Visalin gönlünde bağdaş kurmak için düştüğün bu yol; ebedi kurtuluşa dair müstetir ecirlerle doludur. Bunların aşikârlığı; senin özdeki samimiyetinin berraklığı derecesindedir. Samimiyet ki; sana senden daha yakın olana; kendine kendinden daha yakın olabilmek adına teslim olmanın adıdır. Bu vezinle kurulan sevda; elbettir ki aşk ve iman tadında yazılmış bir şiir gibi ruhu okşar ve kalbe ebedi ahenk katar.  İşte var oluş kapısında atılan bu adım; visale doğru giden yolun başlangıcıdır. Şu anın idraki ve her an gibi idrake devamı; kalbindeki samimiyet derecesinde sabır makamlarında yükselir, yükselir ve kutsi bir dergâhın gönlünde aslına erer. Ve ebedi oluşa giden yol da tekrar burada başlar. Ki bundan sonrası da zaten güzelliğin kalbindeki güzelliktir. Buna ermek ki o her şeyin gizinde; her şeyi tek şey olarak idrakle başlar ve öylece sürer gider. Ta ki, seni aldatacak olan şeylere kanmayıp, çöllerde seraplara aldanmamak müddetince devam eder.
Ey yangınların kalbinde bir gül olan derviş!
Unutma ki asıl olan güzellik ve sır; visali beş geçe de; visale beş kala olan halde ve samimiyette olabilmek ve onda kalabilmektedir.

Önceki İçerikBİR ÜÇGENİN ORGANİK ZARARLARI
Sonraki İçerikYÜZÜNDE HATIRA BİR EYLÜL KALDI BENDE