NURİ HAKDİL “HER DAĞIN BİR DURUŞU VARDIR!”

3

1. Her ‘eylem’i bir rivâyet gibi anlatılan Nuri Pakdil’in  hangi şehirde, hangi otelde, hangi mekânda  yaşadığı pek bilinmez.  Uzun bir suskunluktan* sonra, soylu eylemine, ‘bilgi’den çok, ‘bilinç’ aktaran “Otel Gören Defterler”i  yazarak  ‘Sükût Sureti’nde devam eder.
2. Gerekli gördüğünde ‘geri çekilmeyi de bilen’ adamdır. Ricat anlamında değil, topluma biraz zaman tanıma anlamındadır bu ‘geri çekilme.’ Tıpkı Türkiye’ye ve yaşadığımız dönemlere ‘erken’ gelmiş diğer ‘adamlar’ gibi.  Onların söylediklerini, anlattıklarını toplum biraz hazmetsin, birazını bari anlasın, birazını algılasın, kafasında, gönlünde dolaştırsın diye, bu ‘adam’lar uzun molalar verirler kendilerine, sonra yeniden yola koyulurlar, simurg olurlar, ‘Kaygususz Abdal’ olurlar. Az olmanın ağırlığını yüklenir, çilesini çekerler, çoğunluğun ruhu duymaz.
İtalyan Türkolog Prof. Anna Masala Pakdil için 1970’li yıllarda şöyle der: “İnsanlar Pakdil’i ikibin yılından sonra anlayacaktır.” 1
3. Kültürel bağlamda  erozyonun hızlandığı bir dönemde geri çekilmeyi tek doğru çözüm saymış seyrek ermişlerden biri2    olan Nuri Pakdil, Doğu” diye inleyecek kadar Doğu tutkunudur; ancak Batı’ya da sonuna kadar açıktır. Paris’ten yeni geldiğini belirten bir dostunu “Paris’i gören göz öpülmez mi?” diye karşıladığı söylenir. Herkesin 15 dakikalığına şöhret olduğu şu tuhaf dünyada, 70’ini aştığı halde bugüne kadar ne bir gazeteye, dergiye röportaj verir, ne de herhangi bir televizyon programına çıkar.
Hakiki bir münzevidir. Bekârlığı kendisine yakıştıran becerikli seçkin insanlardan biridir.
Bazen Ankara’da Kuğulu Park’ta kuşlara yem atarken görüldüğü,3    paradan tiksindiği için para taşımadığı, taşımak zorunda kaldığında da paraya dokunmadığı; Felluce  bombalanırken de sessizce ağladığı rivayet edilir.
4. Kitaplardan öğreneceği bir şey kalmadığına inandığı gün, bütün kitaplarını yok eder.
31 Ocak 1984…  Kar, yeni bir yıla Pakdil öfkesiyle yağmaktadır ve ‘Akay yokuşunda trafik tıkanmıştır. Ankara’daki öğrenci yurtlarına haber verilmiş ve Edebiyat’ın bürosundan başlayan kuyruk Demirler pasajından Akay yokuşuna taşmıştır. İnsanlar, kucaklarında kitaplar ve dergilerle yokuştan aşağı inmektedirler. Nuri Pakdil, takım takım kitapları ve dergileri öğrencilere dağıtmaktadır.’4
5. ‘Nuri Pakdil kimdir?’ sorunun yanıtı, onun yapıtlarında gizlidir:
“Ben gözü kapalı, fakat kalbi açık bir insanım.”
“Yüce Varlık tarafından, yeryüzünün halinden devamlı müteessir olmaya
görevlendirilmişim.”
“Ben direnişi çok seviyorum; inandırıcılık gücü var da, ondan.”
“Özcesi: gururluyum; ama, kibirli değilim.”
“Tekil bana çoğuldan daha etkin görünür daima. Böyle olmakla birlikte,
zaman zaman gövde gösterisini severim doğrusu.”
“Hiç alışmadım gülmeye/ Hüzün vicdanıma da uygun”
“Yeni baştan başlayabilseydim hayatı/ Aynı yerde koşmayı isterdim herhalde.”
6. Arif Ay’ın günlüğünden birkaç kesit, eylem ve tavır adamı  Nuri Pakdil’i daha yakından tanıtır:
Yer: Erenköy Camii.
Bayram sabahı. Bayram namazı için caminin avlusundayız. Ezan okundu. Bay imam, vaazını sürdürüyor: O hainler var ya, o hainler, o servet düşmanları, sizin mersedeslerinize göz dikmişler, servetinize göz dikmişler! Onlar, birlik ve beraberliğimizi bozanların ta kendisidir!”
Protesto edip ayrılıyoruz camiden.
“Bunlar, kirli mülkiyet zebanileri, Sayın Ay” diyor, Nuri Pakdil.
Yer: Bağdat Caddesi.
Bağdat Caddesi’nden Bostancı’ya doğru yürüyoruz. Karşı yönden gelen bitleri yani otomobilleri sayıyor Nuri Pakdil.
“Bakınız Sayın Ay, bir dakikada şu kadar bit  saydım.”
Evet, rakam korkunçtu. Türkiye’de güya fert başına düşen ‘milli gelir’in milyar katı bir rakam çıkıyor karşımıza. Bir avuç sömürücünün, alınteri ve emek gasbını bu tablo ortaya koymaya yetiyor.
“Sayın Ay, uygun adımlarla yürüyeceğiz, bir iki üç.”
Rap rap rap rap rap rap
Bağdat Caddesi’nden Bostancı’ya doğru uygun adım yürüyen iki insan. Durup, bize bakanların şaşkınlığını hiçbir psikiyatri uzmanı, sanırım çözemez.
Bu onurlu, kıvançlı yürüyüş, büyüse büyüse hangi put, hangi sömürücü durabilir bu yürüyüşün karşısında.5
Düşünce kozasını örüp, onun içinde kaybolup giden aydınlardan değildir. O, düşünce ve sanat kozasını, sabırla, dirençle örerken, tüm yeryüzünü büyük bir titizlikle gözetleyen, gözlemleyen, algılayan, sürekli kendini yenileyen yerli ve yabancı zorbalara, karasiyasa cambazlarına emek sömürücülerine, insanı kendi karanlıklarında boğmaya çalışan  zalimlere karşı tek başına yiğitçe direnen, insanın önüne aydınlık ufuklar açan, çözümler üreten bir eylem ve tavır adamıdır.6
7. Sovyet Rusya Başbakanı Kosigin Ankara’yı ziyaret ederken  Erdem Bayazıt’la  öğle vakti yeni yapılan Kızılay İşhanı’nın önündeki otobüs durağında karşılamayı izlemek için beklerler. Bulvarın geliş yönünün iki tarafı boydan boya izleyicilerle doludur. O günlerde Sovyet Rusya’ya karşı olağanüstü öfkelidir. Çünkü Çekoslovakya’daki Macaristan’daki özgürlük taleplerini tanklarla, ateşle, kanla bastırmıştır. Bu vahşet kanına dokunmuştur. Bu duygularla beklerler Kosigin’in geçmesini. Nihayet, jipli motosikletli koruma ordusu gözükür. Pakdil, protesto beklerken yolun iki tarafından alkışlar, yaşa, varollar yükselir. Utançtan buz kesilir. Meğerse birileri oralarda tertibat alıp tezahürata hazırlanmışlardır. Kosigin’in limuzini tam önlerine  yaklaştığında Nuri Pakdil iki elini ağzının önünde megafon gibi tutarak hançeresinin bütün gücüyle haykırır: ‘Yuuuh!’, Kahrol kanlı katil!’ Birden Nuri Pakdil’i destekleyen sesler evvelki  sesleri bastırır. Konvoy Güven Park’ın önüne geldiğinde, ellerindeki Macar bayraklarını sallayarak protestoda bulunan grup  da harekete geçer.7

8. Nuri Pakdil’de üslup, duruş, tavır çok önemlidir.  Çünkü,  ‘ her dağın bir duruşu vardır’8    Zaman zaman biçimi özden de önde tutan bir duruş…
Pakdil Ortadoğu ile bütünleşmiş gibidir. Eline bir gazete alacak olsa, gazetede didik didik “Ortadoğu”, “Kudüs” kelimelerini arar, yolda bir arkadaşını görse ‘Nasılsın?’ der gibi  ‘Kudüs nasıl bugiin?’ der.
Atasoy Müftüoğlu’na göre Nuri Pakdil, ‘Büyük bir entelektüel direnişçi’dir.  Hep sorgulayan bir bilince sahiptir. Tutarlı bir hayat, düşünce ve edebiyat tarzının, bütünlüklü bir hayat ve edebiyat anlayışının, inandığı değerlerle uyumlu bir hayat pratiğinin sahibidir. Tarihin bilinçli, aşklı, tutkulu, öfkeli, hınçlı sorumlu tanığıdır.
Kimsenin “adamı” olmayan, hiçbir şekilde çıkar peşinde koşmayan, yalnızlığı bir hayat biçimine dönüştüren, aykırı bir kişiliktir. Zor beğeniler ve zor seçimlerin adamı olan, ama kalabalıkların adamı olmayan Nuri Pakdil, yol arkadaşlarıyla yollarını ayırarak, kendi başına varolmayı tercih eder.’9
9. Yükseklerde, tehlikeli yerlerde dolaşmayı seçer. Belki de devrimci ruh taşımanın bir özelliğidir bu. Zaman zaman gemileri yaktığı da olur. Sevdi mi tam sever, koptu mu tam kopar.  Her zaman kalbinin üstünde bir avuç güneş vardır.
10. Her an, seslere ses katacak yağmurları indirecek bulutları, en sarsıcı fırtınaları estirecek rüzgârları sürekli yedeğinde, yüreğinde taşıyan ‘çelik adam’dır. Duruşunda ‘entelektüel bir derviş’ saklıdır. Öfkesini, bulvarların utanç vitrinlerine düşürmüş gibidir.
11. Konuşacak bir konu varsa, cesareti olanlar konuşur ve konu kapanır. Bu nedenle, onunla birlikte olmak çokça düşünmek, çokça sigara dumanı solumak, çokça çay içmek anlamına gelir. En ‘sıradan olan’a bir büyü havası katar. Yemek hazırlıkları bir söylenceye dönüşür. Ellerini kâğıtla, ayaklarını mendille silmesinde bile bir incelik vardır. Çünkü, kâğıt kutsaldır.
12. Tek başına kaldığı dönemlerde olsun, hiç kimse hakkında olumsuz konuşmaz, ‘gıybet’ duyarlılığı ile özel isim bile kullanmaz. Çevresindekilere soyadlarının önüne ‘sayıın, bay’ sıfatlarını ekleyerek seslenir.  Kendisini arayıp sormayan  birçok yol arkadaşını, hep güzel yönleriyle anar.
13. Bir dönem öğrencilerle aynı evde yaşar ve her sabah öğrencilerin ayakkabılarının içine bir miktar para ve küçük bir pusula koyar. Pusulada öğrencilerin, o gün kitap, dergi, sinema vs. için harcayacakları para tek tek belirtir. Çok sınırlı olan gelirini, bilincin eyleme dönüşmesi için harcar.
14. Nuri Pakdil’in yanında olmak, her an tetikte olmayı göze almaktır bir bakıma. Kahvede haberleri izlerken spikerin kullandığı bir sözcük, gazetelerden birinin iç sayfalarında yer alan küçük bir ilan ya da haber, Afrika’nın en uzak bir köşesinde, adını belki de ilk kez o gün kendisinden duyacağınız bölgesinde vukubulan bir olaydan haberdar olmamanız, bir sporcunun transfer ücretinden yola çıkarak ülkemizdeki ekonomik dengesizliği ölçememeniz, beslenme konusunda olabildiğince titizlik göstermediğinizi yakaladığı ve size göre çok küçük bir ayrıntıyla atlamış olduğunuz ideolojik ilke, bir günün, bir hayatın her saniyesinde bütün ağırlığıyla hissetmeniz gereken inanç sorumluluğunu, hınç ve öfkeyi yüzünüzde ve gözlerinizde bir an göremeyişi, kahvede, lokantada, evde… hava akımına dikkat etmeden öylesine geçip herhangi bir yere oturmanızla ideolojik dikkatsizliğinizi ele vermiş olmanız… tetiği düşürmeye yeter de artar bile.10
***
15. 1934 Maraş  doğumlu yazar, ilkokuldan itibaren yazmaya başlar.  Çocukluk yıllarında defterler dolusu yazı yazarak “çeşit çeşit kelebekler uçurur gökyüzüne” Ortaokuldayken tanıştığı Büyük Doğu, hem düşünce ve hem de yazı serüvenine ivme kazandırır.
Çok küçük yaşlardan itibaren şu cümleyi söyler: “Ben oyumu sanata, edebiyata ve bunları tutuşturacak büyük ateşe veriyorum.”
16. Çocukluğunu atlaslarla geçirir. İkinci Dünya Savaşı haberlerini radyodan dinlerken, duyduğu her coğrafya terimini, her milliyet kavramını annesine sorar. Annesi sorularına yetişmeye çalışırken bir de atlas verir eline. Kocaman, renkli bir atlas. .. Yüzüne o atlası kapatarak uyuduğu da olur.
17. 1958’in Temmuz ortalarında, Maraş’ta, Rasim Özdenören’e, Çocuk Bahçesi’nin önünden geçmekte olan genç bir adamı işaret ederler: “İşte Nuri Pakdil bu?” dedikleri zaman gördüğü kişiye hem hayret eder, hem hayran olur. Bu kişi âdeta yürüyen bir kafadan ibarettir. Bu kafa, usturayla kazıtılmış saçlarıyla beyaz, parıldayan bir tunç yontu halinde önlerinden, seri adımlarla ve kararlı bir amaca doğru yürür. Yürüyen o tunç yontuyu bir daha unutamaz. Ama unutamadığı imge yalnızca bu tunç kafadan ibarettir. Ne üstündeki giysisi, ne başka bir şey… Hatırlayabildiği başka hiçbir şey kalmamıştır o enstantaneden.
18. Lise son sınıfta Cevat Fehmi Başkut’un Paydos oyununda  “Muallim Murtaza” rolünü  oynar. Boş sınıftaki öğrencileri ile konuşma sahnesi seyredenleri derinden etkiler. Zihinlere bir  ” Nuri Pakdil!” imgesi yerleşir. Boş salonlarla, boş sınıflarla konuşmayı bir yazgı olarak hep yanında taşır.
19. Lisede Hamle adında lise ölçülerinin çok üzerinde dergi çıkaran aykırı bir öğrencidir. Öğretmenlerini de örgütleyebilen, onları eğitebilen tuhaf, ayrıksı biri öğrenci… Dergi çıkartmak için öğretmenleri ona değil, o öğretmenlerine görev verir, onlardan yazı ister. Nuri Pakdil  adı, sonraki dönemlerde aynı lisede okuyan edebiyat heveslisi gençler arasında bir efsane halinde büyür. O yıllarda, aynı dergiyi birkaç sayı kadar da yeni bir  arkadaş topluluğu çıkarır. Dergi, lisenin yayın organı olarak çıkar. Ama finansmanını derginin kendisi reklâm parasıyla sağlar.  O tarihte Nuri Pakdil, bu  ekibi tanımasa da  bu ekip kendini onun halefi olarak görür. Onun tek başına çıkarttığı dergiyi, bu ekip en az beş altı kişi olarak çıkarır. Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören, Ali Kutlay  aynı deneyimin içinde yer alır.
20. Maraş Lisesi Edebiyat Ekibi’nin Nuri Pakdil’le tanışması zaman almaz. Ondan yazı isteyeceklerdir. Onun, o zaman bile o alçakgönüllü olanakları içinde  edebiyat çevrelerinde tanındığını bilirler. Onun yazısı ve katkısı derginin sayfalarına onur kazandıracaktır. Nuri Pakdil, hiç kapris yapmadan, kendini naza çekmeden istenilen yazıyı verir. Bununla kalmaz, sayfaların düzenlenmesine de   katkıda bulunur. Maraş’ta kaldığı birkaç hafta boyunca çıkarılan edebiyat sayfalarından ilgisini esirgemez. Bu karşılaşmadan 10-11 yıl sonra, birlikte dergi çıkaracakları, ekipten birinin aklının ucundan bile geçmesi söz konusu  değildir.
21. Askerlik hizmetinden sonra 1964’te  haftalık Yeni İstiklâl Gazetesi’nin editörlüğünü üstlenir bir süre. Sanat-edebiyat sayfaları düzenler. O sayfalar için Maraş Lisesi ekibinden yazılar ister.
1965’te Ankara’ya gider. Bir bakanlıkta hukuk müşavirliği yapar. 1967’de Devlet Planlama Teşkilatı’na geçer. Aynı yıl Rasim Özdenören de  fakülteyi bitirip aynı teşkilatta işe başlamıştır. 1967  Mart’ında  Diriliş dergisi tatile girmiştir. Diriliş, uzun bir tatil dönemi yaşar. Bu arada Pakdil ve ekibi de, Diriliş dergisinin çıkartılması için Sezai Karakoç’un teşebbüsünü bekler. Ankara’da Sezai Karakoç, derginin daha bir süre çıkartılamayacağına dair telmihlerde bulunur.  Pakdil ve ekibi, bir dergi ortamı içinde bulunmaları  gerektiğini düşünürler.   Devleti yönetenlerin büyüklüğünü göstermek için dikilen yüzlerce binadan biri olan DPT’nin Ankara’daki  devasa binası içinde bir derginin çıkarılma planı da yapılır. Edebiyat dergisinin çıkartılması, masa başında alınmış bir defalık bir kararla belirlenmez. Adeta bir süreç içinde kendiliğinden oluşur.  Ankara’nın yeni  dörtlüsü (Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, Akif İnan) yeni bir dergi için her gün buluşurlar.
22. M. Akif İnan içinde Pakdil’in de bulunduğu günlerin izlenimlerini şöyle aktarır: “Pakdil askere gitmek üzere  Ankara’da. Bir süre beraber olduk. Bitlis’e gitti. 1963’te avukatlık stajını yapmak üzere Ankara’ya yerleşti. Nişanlanmıştı. Her gün beraberdik. Arada bir İstanbul’a, Maraş’a gidip geliyordu. Staj sonrası Enerji Bakanlığı’nda hukuk müşaviri olarak 30 lira yevmiyeyle göreve başladı. Memuriyeti Fethi Gemuhluoğlu bulmuştu. Bir süre sonra askerlik dönüşü Erdem Bayazıt da Ankara’ya yerleşti, Erdem Bayazıt, İstanbul Hukuk Fakültesi’ni yarıda bırakmıştı. Ankara’da DTCF Edebiyat bölümüne öğrenci oldu. MEB’de  memur olarak göreve  başlamıştı. Daha sonra R. Özdenören Ankara’ya gelip yerleşti. DPT’ye uzman yardımcısı oldu. Pakdil de DPT’de uzmandı. Ben de Türk Ocakları’nda çalışıyordum. Türk Ocağı binası buluşma yerimiz olmuştu. Ocağın üst katındaki daire aynı zamanda lojmanımızdı. Bu daireyi bir süre Pakdil’le paylaştık. Yıllar akıp gitti.   Pakdil, Erdem, Özdenören ve ben her gün beraberdik. Pakdil’in teftişte olmadığı günlerde  akşamları Türk Ocağı’nda, Fethi Ağabeyin Saraçoğlu Mahallesi’ndeki lojmanında,  Gençlik Parkındaki “Söğüt” adını verdiğimiz çay bahçesinde, Hacıbayram’da bir kahvede buluşurduk. Fethi Ağabey varken baş konuşmacı oydu. Siyasetten sanata, tasavvuftan Pakdil’in nişan işine değin çok geniş bir konuşma alanımız vardı.” 12 **
23. 1968’in sonlarına doğru bu dörtlünün arasında bir soru gelişip ortaya çıkar: Çıkarılacak derginin adı ne olacak? Nuri Pakdil bu derginin adının Gökçeyazın olmasını önerir.  Özdenören ve İnan derginin adının  Edebiyat  olmasını önerirler. Edebiyat adı gökçeyazı’nın anlamına da karşılık gelir. Böylece derginin adı belirlenir. İlk sayısının Şubat 1969’da yayın hayatına başlaması kararlaştırılır.
24. Edebiyat dergiciliğinde  ve  kitap yayıncılığında biçimsel bir devrim gerçekleştirir. Köylülükten nefret eden Nuri Pakdil, çıkarttığı dergide olsun, yönettiği yayınevinde  olsun estetiğe son derece  dikkat eder. Harf karakterinin seçimi, sayfa düzeni, içerik kadar, hatta yerine göre içerikten daha çok önem taşır.
25. Kitaplarında enteresan olaylara atıfta bulunduğunda hamiş olarak ‘doğrudur, dizgi, düzelti hatası yoktur’ ibaresini ekleyen,  günümüz olanaklarına göre ilkel sayılabilecek dizgi-baskı tekniklerinde ‘nesne’ olarak da mükemmel kitaplar yayımlayan her yönüyle özgün bir aydındır.
Bir kitap kapağını beğenmeyip defalarca değiştirdiği, matbaalarda sabahladığı olur. Kapaktaki bir çizginin, noktanın anlam taşımasına önem verir. Sözgelimi, ilk bakışta sıradan sayılabilecek çizgiler 13-14 değil, 12 olmalıdır. Çünkü, burada 12 İmam’a bir gönderme vardır. Bu ayrıntıları çoğu zaman kitap yazarları da fark edemez. “Sukût Sûretinde”, 33 şiirden oluşması,  tespihte bir boğum sayısına denk gelir.
26. İlân için koyduğu ilkeler vardır. “Reklam için ayırdığımız yer, her biri için, bir kibrit kutusu büyüklüğünü geçmemeli” der. Edebiyat, sanki dünyanın her yerine dağıtılıyormuş gibi, jenerikte şöyle bir duyuru yer alır: “Orta Doğu, Asya, Avrupa, Afrika ülkeleri için yıllığı 100 lira, Amerika için 150 lira.” Gene aynı jenerikte şu duyuruya yer verir: “İlkelerimize uygun ilanların tek sütun santimi 100 liradır. Klişe konmaz. Banka ve içki ilanları alınmaz.” Daha sonraki yıllarda, tek sütun santimi 100 lira olan ilan bedeli 12.000.000.000.000 (oniki katrilyon lira olarak belirlenir. Kimsenin reklam vermeye yanaşmadığı bir dergiye, kimsenin reklam vermeye gücünün yetmeyeceğini anlatmak ister.13
27. Emin Ziyaoğlu ismi ile eleştiri, tartışma ve polemik yazıları, Ebubekir Sonumut ismiyle de şiirler yazar.*** Şiirin hançer ağzıyla şairliğin şahsözünü söyler: “Bölünemez ortadoğu / sınır / taşlarıyla” Pakdil’in şiiri tarihin ezilen halklar için bir tutanak olduğunu duyumsatır.  Ezilen haklar için oluşturduğu  savaşıma  çağdaşlarından farklı olarak sanatsalı da ekler.
***
28. Askerliğini yaptığı Bitlis’ten Rasim Özdenören’e şöyle yazar: ‘Rasim; / anladın mı Bitlis’tir burası. / hep dağlık, kayalık, tepe. / bunların üstünde, / eteklerinde evler. / duruk. sönük. çökük. mistik. / insanları kaba, munis, sert. / bir tezat. / bu şehir mutlaka / yazılmalıdır. yazılacaktır / şarttır bu…’  Erdem Bayazıt’ın Sana, Bana, Vataıma ve Ülkemin İnsanlarına Dair şiiri sanki Pakdil’in bu çağrısına bir yanıttır.
29. “Bir Yazarın Notları”adlı kitabında: “İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!” der.  Bu tümce okuru Pakdil’in  düşün coğrafyasına götürecek temel izlektir.
30. ‘Edebiyat, yeraltı haritası değil, yeryüzü mahşeridir.’ sözüyle biraz da  edebiyatın akademik boyutuna  dikkat çeker. Edebiyatı, yaşamın kıyısında, köşesinde değil, merkezinde görmek ister. Kendi içine kapanıp ‘Hayatı-Sanatı-Eserleri’ anlayışıyla seri üretime geçen ‘mezar bekçisi’ akademisyenlere tepki gösterir.
31. Çoğu kez, alışılmış kavramları farklı bağlamlarda kullanır. “Devrim, devrimci, gerilla, eylem, emek, alınteri, varoluş, savaşçı, burjuva, özgürlük…”gibi sözcükler, İslâmî dünya görüşüne bağlı bir yazarın dilinde yeni anlam ve işlevlerle karşımıza çıkar. Sosyalist dünya görüşüne yakın görünen ve uzun bir süre geleneksel bakış açılarının dışladığı bu sözcükler, anlamsal sapmalar ve alışılmamış bağdaştırmalarla Pakdil’in dilinde yeni bir kimliğe bürünür.
Şiirleri, denemeleri, oyunları, günlüğü ve çevirileriyle birçok  yazınsal türde usta bir tavır sergiler. Öztürkçe  sözcüklerle birçok kesimi şaşırtır.   Eserlerinde yer yer kendi ürettiği kavram ve sözcüklerle konuşan Pakdil, dil alanında da devrimciliğini göstererek Türkçeye onlarca yeni  sözcük kazandırır.
32. Soyadına uygun pürüzsüz dili ve incelmiş şiirsel üslubuyla Pakdil yakın dönem Türk edebiyatının  en özgün ve en aykırı yazarlarındandır.
Yakından tanıyanların anlattığına göre, yatağının yanında kâğıtla kalemi hiç eksik etmez.

‘hüseynîdir daktilosunun sesi
çiçeklerdir onda sözcükler’ 14

Şiir adımlı bir adamdır. Yağmuru, ‘hava kadın gözü’, güneşi ‘devrimci soluğundan daha sıcak değil’, biçiminde aktarır.
Nuri Pakdil: şimdi,  iltica edilmiş bir uzaklık!

* Edebiyat Kulesi’nde: “Susmak da konuşmak kadar önemlidir bazen.” diye bir anektot düşer, sonra da uzun süre (13 yıl) susar. On beş yıl boyunca birçok sıkıntıya göğüs gererek çıkardığı dergiyi şu kısa açıklamayla sona erdirir: “Beşinci dönemin 111 ayı boyunca hiç olmayan ‘ara’ aksama bu 1984 yılında tam dört kez oldu.  Şimdi bu sayıyı Edebiyat’ın Mayıs 1984, Haziran 1984, Kasım 1984 ve Aralık 1984 sayılarının tümü için çıkarıyorum. İçinde bulunduğum koşullarda, ancak böyle tamamlayabiliyorum 1984’ü”. Edebiyat dergisinin son sayısıyla devrimci suskusuna bürünür tam on üç yıl. Bu süre sonunda “Sükût Sûretinde” konuşmaya başlar. 28 Şubat 1997’de Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan çıkardığı “Sükût Sûretinde” isimli kitabıyla sadece yazıdaki suskunluğunu bozar ve art arda kitaplar yayınlamaya başlar.

1. Haydar Ergülen 2. Enis Batur 3. Ahmet Hakan Coşkun 4. Hüseyin Su 5. Arif Ay 6. Arif Ay 7. Erdem Bayazıt
8. Murathan  Mungan 9. Atasoy Müftüoğlu 10. Hüseyin Su 11. Rasim Özdenören 12. M. Akif İnan

** Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra bakanlık Hukuk Müşavirliği (1965-67) ve Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman (1967-73) olarak çalışır. 1973 Mart’ında görevinden ayrılır. 1969-1984 yılları arasında yayın hayatına devam eden Edebiyat dergisini çıkarır.

*** Elimizdeki şiirleri şunlardır: Rahman (Mayıs 1970), Araf (Kasım 1970), Lâm (Kasım 1971), Rıen Que Pour Fobi (?), Bizimle Başlayan İçin (Aralık 1971), Anneler ve Kudüsler ( İlk üç bölüm Ocak 1972, dördüncü bölüm Kasım 1973, beşinci bölüm  Şubat 1974), Kale (Şubat 1972), Ay (Eylül 1972), Mağara (Nisan 1973), Kent Yorumu (Mayıs 1973), Su Kasidesi (Aralık 1973), Erleri Eritre’nin (Mart 1975), Düş Gören Atın Şiiri ( Birinci bölüm Temmuz 1975, ikinci bölüm Ağustos 1975, üçüncü bölüm Eylül 1975) Arif Ay
* TARANAN KAYNAKLAR:
Akbayır, Sıddık, “Her Dağın Bir Duruşu Vardır / Kalbimin Doğusunda Bir Avuç Şiir”, Hece,  Nuri Pakdil Özel Sayısı, S. 85, Ocak 2004. / Ay, Arif, Nuri Pakdil’in Şiiri, Yedi İklim, Ocak 1995, S. 58. / Batur, Enis,  ‘Nuri Pakdil’,/ Milliyet Sanat, 16 Ağustos 1994. / Bayazıt, Erdem,  Nuri Pakdil,  Hece,  a.g.y. / Coşkun, Ahmet Hakan, Hürriyet, 13 Haziran  2005. ahmethakan@hurriyet.com.tr / Göçer, Ali, Çoban Yıldızı, Yedi İklim,   a.g. y. / İnan, M. Akif,   www.mehmetakifinan.com / edebiyat / Koç, Turan, ‘Nuri Pakdil’de Dil ve Eylem’, Yedi İklim, a.g.y. / Müftüoğlu, Atasoy, www.edebiyatdergisi.com / Özdenören, Rasim, ‘Nuri Pakdil’in Dergiciliği: Eylemin Öteki Adı’, Kitap-lık, S. 50,  Kasım-Aralık 2001. [Aynı Metin: Hece, a.g.y.] / Özdenören, Rasim, ‘Tavır Koymanın Dili’, Yedi İklim, a.g.y.
Su, Hüseyin, Çelik Adam, Hece,  a.g.y. / Su, Hüseyin, Takvim Yırtıkları, Hece,  a.g.y.
NURİ PAKDİL’İN TARANAN YAPITLARI
Pakdil, Nuri, Edebiyat Kulesi, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara 1984. / Pakdil, Nuri, Batı Notları, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara 1980. / Pakdil, Nuri, Bir Yazarın Notları I -II- III- IV, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara 1980-1982. / Pakdil, Nuri, Biat I -II – III,  Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara 1973- 1982. / Pakdil, Nuri, Bağlanma, / Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara 1979. / Fotoğraflar: Hece, a.g.y.., Yedi İklim, a.g.y.

Önceki İçerikHERKES DEĞİLSİN!
Sonraki İçerikMÜTEVAZİ BİR ENTELEKTÜEL: CİHAN AKTAŞ