GİDEN GİTSİN, SEN KAL!

2


Önce çocuklar geçti, yanaklarında yağmurun silinmeyen dövmesiyle. Ardından, uzak ülkelere yaptıkları seferden henüz dönmüş ve sancakları hala ellerinde askerler, kalpağında ızdırabı bir zebercet  gibi taşıyan kumandanları önlerinde..ve öğrettikleri yalnız ve ancak, bir gülün nasıl koklanacağı bilgisinde saklı ‘ulu hocalar’ en nihayet…Geçtiler nümayişsiz, törensiz; geçtiler her birimizin gözlerini, ağaracak bir şafağı gözler gibi, sisin dağdan ötelere savruluşunu izler gibi umutla süzerek… Şehre baktılar sonra; kaç sardunyasız pervaz, kaç tebessümsüz avlu, kaç duasız kaldırım varsa kaydını tuttular bir bir. Onlar geçerken biz, koltuk altlarımızda munis kitaplar, son çıkan şarkıların rüzgarı boynumuza dolanmış, prime time bir dizinin saatini kaçırmamak için telaşlı, omuzlarımız mevsimin omuzlarına çarparak yürüyorduk. Gün akşamlı idi, bunun için hepsi de çekip gittiler güneş batarken, bir lokmacık gök kalmamış kuşlara buralarda diyerek…Çekip gittiler, biz bize katil bir monolog halinde kaldık, bir de akşama tünemiş kuşlar…

Gidenler gidince bildik ki, uykulara yatırılmış marşlardan değil, bir deli ırmağın saçlarından yana idi hepsi de. Perdahlanmış suratlarımıza şamardı gidişleri, yolları tersine yürüyenlerin isyan mektubu idi. Görülmüş şey değil dedik hep bir ağızdan, gidenler gidince, ardlarında kalan filbahri kokusuna bakıp. Bütün şehri sarmıştı çünkü ve mermer basamaklardan akan su gibi berraktı, sunaklarda kurumuş iniltiler kadar içli. Gittiler, örselenmiş bir kahrın ipliğini çekip her adımda, müfredata alınmayan gülden bozma bir şiirin yırtığını dokuyarak gittiler.. Şehrin tam ortasına, gülleri gıpta ettirecek bir kalp bıraktılar yadigar.

Önce çocuklar gördü o kalbi, ağzını ana sütünden sonra namlulara açan kardeşlerinden miras bir önseziyle bütün gidişlerin karanlığına birden bakıp, birden buldular orada bütün gelişlerin aydınlık tohumlarını. Okul kapısında bekleyen genç kızlar elvan düşlerini eklediler tohumun gübresine. Bir habere bin can bağışlayacak analar, dağlarda ve kör mahzenlerde kalakalmış yiğitlerinin son sarılışlarından kalan sıcaklığı kardılar. Vardiya dönüşü işçiler, bastonuna değil yılların demirleşmiş direncine dayanan adamlar, kalemi “teslimiyet”i asla yazmamış yazıcılar, dizesinden kan sızmadan sabahlamamış şairler, nihayetsiz bir yağmurun altında koşarak gelip elleriyle avuçladılar toprağı; nefeslerini kattılar. Gidenler gidince, kalanların kostümleri aşikar oldu. Ayrılamadığı sürünün çobanının ahlakıyla ahlaklananlar, sürüye ses olanlardan ayrıldı. Sezar’ın Brütüs’ten, Hüseyn’in Kufelilerden farkı ayan oldu. Gidenler gidince, kalanlar kaldı. Gidenler gidince, rüzgarlar neden hırçın esermiş, bir tek kalanlar anladı.

Önceki İçerikKALBİN KAYNAMA NOKTASINDA
Sonraki İçerikENTELEKTÜELLER NE İŞE YARAR?