YİTİK BİR SEVDA ANISINA DEĞEN EFKAR

3

Sevgiliden
Yana,
Perçinli Saatler
Ve
Kötürüm
Bir
Hayat
Kaldıysa eğer
Gönlünüzün
Solgun duvarlarında,
Anadan doğma
Bir ateş dili
İle
Aşkın
Sırrını
Kaybettiğinizdendir.

Kırılan bakışlarında donan.., kefen giymiş sözlerin..,
dökülürken çorak dudaklarında..,
bölüşüldü tüm acılar..
Mezar üstüne bırakılan iki dal papatyada.
Her şey
paylaşılırken
sen kaldın bana….
Emanet bir asaletle boğaza dizilen hıçkırıklarım,
yenildi göz yaşlarıma.
Günah giymiş elbiselerin manastırlara teslimiyetiyle,
köleler
tutsak bir tebessüme..,
Karanlık haberde kayan Meryem yıldızı edasıyla,
yorgun sular, mavi nehirlere..,
Aşkın kutsal damarlarında dolaşan,
genç kız duygusuna sıkılan kurşunlar,
namlulara..,
İffet üzerine düşen çiğ tanesi mahcubiyetiyle..,
yerde kalan kan gibi..,
sen  bana düştün……..
Senle birlikte,
ateş
nakışlı bir servet
ile
kahır düştü payıma.
Ömür kandilinin söndüğü yangın düşmüş bir ocak..,
ve
aşk meşalesinin alevlerine vurulan zincirler
ile
dirilme emri bekleyen,
giydirilecek kemikler düştü bana.
Ansızın yanağıma konan renksiz buselerin,
çekip giden bu sevdanın veda hatırası olacağını,
fark ettiğimde,
ağarmıştı vakit..
Ardından,
dudak rujunun örttüğü acı bir gülümseyişle..,
bakışlarında menekşe sarkan
bu sevdayı,
bir yetim gibi
bırakmıştın..
Karanlıklar kırılıp güller ağlamıştı.
Fırtınanın dokunduğu, bir intihar arzulayan bu yürekte..,
birer birer yıkılmıştı,
sevinmeyen umutlarım.
Sular ötesi gelen yorgunluklara, bir kadeh dolusu şehvet sunuluyordu artık..
Kısır bir kadına yapıştırılan lanetle,
elinin tersiyle itilen mutluluk artığı, kör kuyularım vardı şimdi…
Nasılda,
bir göz sürmesinin arkasına işlenmiş,
isyan dokumalı
çıplak bir çığlıkta kopmuştum.
Nasılda,
yüreklerin tenine,
gerçek aşk kokusunu işleyen goncaların..,
tükenen nefesinde solmuştum.
Ve
cebimde her zaman taşıdığım bir şiiri,
şeker yerine çocukların ellerine koymuştum.

Nasılda,
zehirlenen dilde
soluk soluğa
bir ölüme tutulmuştum.
Gözyaşlarıyla,
kara gecelere
yazılan
yazgılarda
bu aşkı,
nasılda boğmuştun….
Davet kokan
her nefeste
bir ah bin kurşundun.
Minare serinliğinde hasar gören bu gönül
yeşile yürüdüğünde,
nedense
sen yanımda yoktun..

Oysa emanetindi, dört duvar arası,
meylere teslimiyetin arkasındaki pişmanlık.
Ve
ciğerlere dolan dumanlara taşınan sarı gamlar…
Aşkındı,
eşref vakitlerde anlatılması tükenmeyen,
kor dudaklı masallar.
Ve
sabahı  getiren şafak ışıklarının, boğulduğu çığlıklar.

Sevdandı,
körlüğün ve sağırlığın gölgesinde tükenen  şu hayatta,
Güneşi gizlenmiş yüz-göz olduğum bu ölüm…….

Önceki İçerikYAĞMUR KESİLDİ
Sonraki İçerikYALNIZ BİR IRMAK AĞLAMASI