DİLİN ANLAŞILMAZ YANLARI

10

Freud 20. yüzyıl insanını nevrotik olarak tanımlıyordu. Nevrotik bozukluklar psikiyatride psikozlara oranla daha hafif rahatsızlıklar olarak kabul edilmekle beraber çoğunlukla tedavisi de psikoza oranla daha umut vericidir.  Nevroz 20. yüzyıl kuşağının tanısı olarak tarihe geçerken nevrotik bir neslin yetiştirdiği bir kuşağın tanısı ne olabilir? 21. yüzyılın apartman odalarının yalnız insanları, iç konuşmalarıyla meşgul ve dışa yansıyan dünyaları suskun birer fotoğraf karesinden ibaret. Şu da bir gerçek ki 21. yy insanının psikiyatrik durumu konusunda bir görüş birliği beklentisinde değiliz. Ama bu çağı tanımlamak istediğimizde iletişimsizlik çağdaşlarımızın başlıca özellikleri arasında geliyor.

Tevrat’a göre Babil kulesini yaparak tanrının gazabına uğrayan âdemoğulları o zamana dek tek bir dil konuşuyordu. Tanrı, babil kulesini bir başkaldırı olarak görmüş ve insanlığın dillerini (iletişimlerini) bozarak birbirlerini anlamalarına engel olmuştur. Babil kulesinin yıkımından bu yana insan neslinin iletişimleri farklılaşmış ve her biri farklı birer dil kullanmaya başlamıştır.

Efsane kulenin dilleri farklılaşan insanların artık ortak bir amaca yönelememeleri ve kulenin yapımına devam edemeyişleri ile tamamlanır. Dili bozulan bir medeniyet yıkılır ve çöker. Biz burada dili kültürün yapıcı öğesi ve medeniyetin aktarım aracı ve ruhu olarak tanımlamak gayretinde olacağız. Medeniyetin sınırlarının belirleyicisi olarak dil, ruh bilinen gözlemlenen bir durum değil aksine bilincin ötesindeki tavrı ile hissedilen bir algı.
Edward Said yaşamöyküsünü anlattığı son kitabının başında kendini diliyle tanımlamaya çalışır. İngilizce mi, Arapça mı diye sorar? Kafası karışıktır. Ve sonunda birini diğerinin tamamlayıcısı olduğu çerçevede buluşturmak ister. Sonuç; yine hüsrandır. Her ikiside anadilimdir cümlesini bir türlü tamamlayamaz. Dil onu tıpkı kitabının adı gibi “Yersiz Yurtsuz” bırakmıştır.

İşte bu noktada dil bireysel anlamda kişiliği tanımlıyor ve tamamlıyor. Dil, bir anlatma aracının ötesinde varoluş sorununun çözümleyicisi bir anlama aracıdır. Kendini ve çevresini anlamak düşünen zihnin iç konuşmalarıyla mümkündür. Düşünce bir anlamda bir iç konuşmadır. Kullandığı dilin kavramları üzerinden düşünen bireyin kavram zenginliği; bakış açısının genişliğini, sistematiğinin doğruluğunu tanımlamaktadır.

İnsanın geçen yüzyıldan miras nevrotik naifliği bu yüzyıla iletişimsizlik şeklinde tezahürü ve insanın dilden umduğunu bulamayışı aslında bir iletişim aracı olarak dile verdiği anlamın karşılık bulamayışında gizlidir. Dili insan sadece anlatma aracı olarak tanımlanmıştır. Dil sadece kendisinden çevreye dönüktür. Fakat dili çevresinden kendine dönük bir araç olarak algılamış olsaydı daha açık ifade edersek insan anlaşılmaktan önce anlamayı arzulasaydı, önce anlamaya sonra anlaşılmaya çalışsaydı ne kelimeler onun için bir zulme dönüşecek ne de şimdiki soğuk yalnızlığına gömülmüş olacaktı.

Duygunun tanımlayıcısı olarak dil ise yine bir anlama aracıdır. Bireyin kendine uygun gördüğü tanımlama biçimi başka bir bireyde karşılığını bulduğunda anlaşıldığını düşünür. Dediğimiz gibi burada ilk koşul bireyin kendini tanımladığı dilin karşılık bulmasıdır. Bir öteki kendisi ile aynı dili konuştuğunda (kendisi ile kendisi için aynı tanımlamalarda buluştuğunda) anlaşıldığı düşünür. Burada Maslow’u anmak gerekecek. Maslow, ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramında, bireyin yeme içme gibi fizyolojik ihtiyaçların karşılanmasından sonra güven duyma ve sevgi görme ihtiyacında olduğunu ifade ediyor. Birey ancak doğru anlaşıldığını ve doğru anlamlandırdığını düşündüğü ortamlarda kendini güvende hisseder. Bu ancak iletişimini sağlıklı yaptığı sürece mümkün olabilecektir. Kişisel gelişimde süreç olarak kabul edilen kendini gerçekleştirmenin başat koşullarından biri derin ve tatmin edici kişiler arası ilişkiler ve bu iletişim sonucu bireyin memnuniyetidir.

Modern zaman insanının dövünüp durduğu anlaşılamama kaygısı, yalnızlığı, saldırganlığı ve umutsuzluğu bize çok şey anlatmalı. İnsanın pozitif iletişimini bir medenileşme unsuru olarak görüyorsak ki bu kaçınılmaz, Garaudy’e kulak vermemiz gerekecek. Garaudy, insanlığın medeniyet destanını özetle şöyle bitiriyor. “İnsan  diğer insanı kendisi için olmazsa olmaz bir unsur olarak görmelidir. Herkes başlangıçta, başkasından öğreneceği şeyin onu mükemmelleştireceğine inandığı zaman gerçek medeniyetler diyalog gerçekleşir.”

Önceki İçerikBANA BİR ÖTEKİ VER
Sonraki İçerikAYŞE’NİN ONLARA VE SANA SÖYLEDİKLERİ…