ÖLÜM MENEKŞESİ

6

“Ruhunla kal ve bil ki vazifen kendi hususiyetini bilmektir.”Abdülhak Şinasi HİSAR

En safi ve en gerçek olandan koparıyor buralara ait olan rüzgarlar. Buralara ait olmadığımızı görmek için ise, etrafında düne kadar gülümseyen ancak bu gülümsemeleri mazide bir hatıra olarak hafızada kalmış dostları yâd etmek yeterli olur sanırım. Çünkü ölüm, hakiki gerçeklerden biri olarak insanın vicdanında yerini garanti altına almış bulunmaktadır. Ne bir ayrılık korkusu ne bir torpil telaşı ve ne de nazlanmanın getireceği bir menfaat… O, başı dik ve minnetsiz, beklentisiz vazifesini hakkiyle yerine getirmektedir. Ne var ki, onun ikliminin hep soğuk tarafını hissetmiş olan bizler, yumuşak buyruklarına yelken açmada sıkıntı yaşamadayız. Oysa o, öyle güzel kokular ile gelir/miş/ki, yeniden doğmak isteyenlere sonuna kadar yardımlarda bulunma sözü verir. O, tarihi geçmiş ve miadı dolmuşları, bilmediğimiz frekanslardan öğrendiği ve bunu bizsiz ve sessiz ifâ ettiği için sürekli onunla aramızda münakaşa yaşanmıştır ve yaşanmaya devam etmektedir. Oysa o, çok kibar bir menekşedir. Temizler ve sahibine aynen iade eder. Rahatlatır. Ferahlatır. Yeni bir nefes olur eskiler için. Nazik ve kaprissizdir.

Güneşin batışını görmekten duyulacak üzüntüden ötürü, doğuşunu izlemekten doğacak zevki reddetmek doğru değildir. “Ölüm borcundan kaçınmak için hayat kredisini reddetme”nin doğru olmadığı gibi…

Ölüm kaygısının azlığı ya da çokluğu dolu dolu geçirilen bir ömür ile yakından alakalıdır. Ölüm, varlığı inkâr edilemeyecek bir gerçek… Er ya da geç önümüzü kesecek, şöyle ya da böyle, şurada veya burada… Onun varlığını zihnimizden ve hafızamızdan silmek için sarhoşluk ayaklarına yatmanın hiçbir faydasının olmadığı gibi birçok götürüsü vardır. Onun da bizim gibi yaratılmış bir varlık olduğunu ve dünya hayatımızı sona erdiren bu varlığın elbette ki kendisine yüklenmiş bir sorumluluğu yerine getirdiğini kabullenmek gerekiyor. Ne unutmak yok eder onu ne de hafızaya kazıtmak… O halde, kulak kabartmalı isteklerine. Bizi sessizce  yakalayacağından ötürü ona yakalanırken nasıl bir durumda olacağımızdır asıl önemli olan. düşlerimize pek az misafir olsa da aslında pek çok kez hatırlamalı onu. Onun ne çok anlamlar çağrıştırdığını ancak onu hakkıyla hissedenler ve onunla yaşayanlar bilebilir.

Acaba diyorum onu anlamamız için onunla yüzleşme sırasının bize gelmesi mi gerekiyor?.. Her gün uzaklardan gelen birçok haberine rağmen sesimiz çıkmıyor. Yangını hep uzakta izlemeye alışmış gibiyiz. Bu da umursamazlığı beraberinde getiriyor. Yangının evimizde çıkmasını bekliyoruz, yangının evimizde çıkmasıyla düşük ayarlı sesimizin tümden kısılacağını biliyormuşçasına. Sonsuzu kaplayan hayaller… Ulaşılması mümkün olmayacak düşler… Göklerde uçuştuğunu sandığımız paramparça rüyalar… Tamamlanması şiddetle arzulanan yarım kalmış umutlar… Sahici olmadıklarını çok sonraları anladığımız mürai tebessümler… Ve bizi bizden ve sevdiklerimizden uzaklaştıran gaddar dünya, cazibe merkezi… Hayat ne güzel (!) ölüm ne çok gerçek, garip ve de yakın, yanı başımızda adeta.

“Hiç ölmeyecekmiş gibi buraya, yarın ölecekmiş gibi oraya” ne zor tutturulabilecek bir performansmış meğer? Hiç ölmeyecekmiş gibi, hem de nazlanarak yaşamak pek kolay doğrusu. Zaten başarıyla yapılan da bu değil mi? Ama yarın ölecekmiş gibi yaşama stratejisine uygun ve uyumlu yaşamak her yiğidin harcı olmasa gerek. Dün en sevdiklerimizi sessizce yanı başımızdan alıp götüren ölüm, yarın bizi de yakınlarımızın yanı başından gürültüsüzce alacağından kuşku olmadığı halde gaflet yine avcılık esaslarını başarıyla uyguluyor. Ve kurbanlar vermeye devam ediyor iradeler. Oturup ciddi ciddi düşünmeli “lezzetleri acılaştıran” bu lezzeti ve tadını tatlılaştıracak bir hayata doğru adımlar atmalı. Sessizliğimizi bozmalı onun yankılanan gür sesine katarak sesimizi. “ölmeden önce ölmenin” hakikatini yakalamalı böylece. Sınavına iyi çalışmış bir öğrenci edası takınarak ona karşı… Kalben mutmain, ruhen tatmin olmuş ve müsterih oraya/oralara varmak…

Onun kollarına sessizce atılırken gül koklar gibi olmak, ona sımsıkı sarılırken onu düşman bilmemek, acınacak halimize karışan sitemkâr bakışlarını umursamak ve isteklerini yapmış olmanın huzurunu yaşamaya çalışmak irade ile imanın bütünlüğünün sonuçlarıdır.

Yüzüne gülümsemeler sürmeli onun. Dost olmalı, arkadaş olmalı onunla. Çantamızda hatta cebimizde taşımalı onu her zaman ve her yerde. Onunla başlamalı işe yine onunla bitirmeli işi. Onun rahatsız olabileceği bir işe ise asla girişilmemeli. Namütenahi duygularımızın ve arzularımızın kıskacında kıvranmadan aczımızı ve fakrımızı sermaye bilmeli… Üstüne ölümü eklemeli ve de… Perde arkasındaki habere kulak kabartmak… Ta ne istediği anlaşılsın. Perde arkasındaki haberlerde mutlaka perdenin gerisindeki ve onun icraatları vardır. O halde perde gerisindekinin istekleri hayat programımıza asıl projektör olmalı. Ey dönüşün mutlaka kendisine olacağı ezeli! İstediğin bir dönüşle bizleri serfiraz kıl.

O sessizliğe çağırıyor.
Varlığından haberdar olmamıza,
Varlığıyla var olmamıza…

Önceki İçerikKIRK YILDA BİR
Sonraki İçerikİNSAN Kİ