Bazı güzelliklerin mevsimi olduğuna inanırım. Ancak o mevsimde anlam kazanır o güzellik. Çiçek bahara, sararmış yapraklar güze, karpuz yaza yakışır. Mesela kışın ortasında manavların ortasına kurulmuş kendini ağırdan satan karpuzlara hiç yüz vermem. Yapay gibi gelir bana, plastik gibi görürüm mevsimsiz yapılan her şeyi.
Esip duran rüzgâra da en çok uçurtmayı yakıştırırım. Nazlı nazlı süzülen bir uçurtmanın ardına düşüp gitmek, onunla birlikte süzülmek bulutların arasında; tarifsiz bir mutluluktur. Hiç uçurtma uçurtmamış birine bunun mutluluğunu anlatmak imkânsızdır. Bazıları için boş iş, çocuk işi gibi gelir bu serüven ama benim için en önemli bir uğraştır uçurtma yapmak ve uçurtmak.
Çocukluğumda uçurtma yapmak şimdiki kadar kolay değildi. Öyle ince, hafif çıtalar bulmak, rengârenk kâğıtlarla uçurtmayı süslemek mümkün değildi. Uçurtma için özel ip falan da satılmazdı. Çıta yerine mısır calazı dediğimiz mısırın gövdesini, renkli jelâtin yerine gazete kâğıdını, yapıştırıcı yerine de annemize binbir yalvarmayla hazırlattığımız hamuru kullanırdık. Uçurtmanın kuyruğunu da yine kâğıtlardan yapardık. İpimiz de annemize çaktırmadan aldığımız yorgan iplikleri olurdu.
Adapazarı’ndaydım o zamanlar. Şeker Mahallesinde oturuyorduk ve mahallenin en iyi uçurtmalarını ben yapıyordum. Benim ilk uçurtmamı da babam yapmıştı. Babam nerden öğrenmişti uçurtma yapmayı bilmiyorum ama benim uçurtma ustam babamdı. Bahar rüzgârları başlar başlamaz evimizin bahçesi bir atölyeye dönüşürdü. Eline birkaç parça bir şey geçiren gelirdi bizim bahçeye, uçurtmayı yapmaya başlardık. Sonra doğru tarlalara. O zamanlar sıra sıra apartmanlar doldurmamıştı mahallemizi. Dört bir yanımız tarlaydı. Her yer bizim için oyun alanıydı.
Uçurtmalarımız için tek tehlike düğüm düğüm olan ipimizin kopmasıydı. İp kopup da kaçınca uçurtmamız koşardık peşinden. Stadın yanına kadar giderdi uçurtma. Oraya ulaştığımızda bazen çocuklar uçurtmayı ele geçirmiş olurlar, onlarla giriştiğimiz yoğun mücadeleden sonra birkaç hasarla da olsa alırdık uçurtmamızı. Sonra kaldığımız yerden devam ederdik gökyüzündeki seyahatimize.
Hâlâ yaparım uçurtma. Artık sebep çocuklarım ama şu da bir gerçek ki için için beklerim uçurtma mevsimini. Gökyüzündeki uçurtmaları gören kızımın, “Hadi baba uçurtma yapalım.” demesini beklerim. Özel çıtalarla, renkli kâğıtlarla, sırım gibi ipimizle yaparım uçurtmamızı, bu kez Adapazarı’nın değil Tokat’ın rüzgârına kaptırıp kendimizi, koşarız bir kuyruklu uçurtmanın ardından.
Geçen yaz Adapazarı’na gidince de dayanamayıp yaptım bir uçurtma. Çocukluğumun tarlaları sitelerle dolmuş. Bırakın uçurtma uçurmayı adeta adım atacak yer kalmamış. Şehrin yeni yerleşim yerinde bulduk boş bir alan, saldık uçurtmamızı gökyüzüne. Peşimde çocuklar, yeğenler, mahallenin çocukları. Bizim uçurtmayı geçen yok. Uçurtma uçurmanın keyfini çıkarana kadar süzüldü uçurtmamız.
Artık eskisi gibi değil gökyüzü. Rüzgâr esip durdukça bakıyorum gökyüzüne ama tek uçurtma bile yok. Çocuklar eğlenceyi başka yerlerde arar oldular demek ki. Dijital kuşatma onları da iyice kuşattı. Yıllar var ki misket oynayan tek çocuğa rastlamadım. Yanımdan koşup giden hiçbir çocuğun ceplerinde misket şıkırtısı duyamadım. Ellerinde cdler, dijital ve mekanik bir kurmacada mutlu olmaya çalışan ve kendileriyle yarışan yalnız çocuklar.
Tadı kalmadı dünyanın, bu kesin. Mutlu olmayı bile beceremeden büyüyor çocuklar. Bir uçurtmanın ipine sımsıkı sarılmadan, gökyüzüne bakarak düşler kuramadan, misketlerin şıkırtısını duymadan, toza, kuma belenmeden plastik ve dijital bir fanus içinde birden büyüyor çocuklar.
Çocuklarının elinden tutmalı babalar. Her gün biraz daha kötüye giderken dünya, onlara çocuk olduğunu hissettirmek için vakit buldukça açılmalılar yeşilliklere. Bir çocuğun ne kadar büyük mutluluklara ihtiyacı olduğunu görmek için ve bir çocuğa çocukluğunu yaşatmak için birkaç çıta, renkli bir kağıt ve bir ip yeterli. Her şey bir ipin ucunda saklı. Deneyin ve görün. Çocuklarınızın anlatacağı bir çocukluk anısının olmasını istemez misiniz? Günübirlik telaşlar, bunaltan mesai saatleri, aklımızı başımızdan alan krizler. Biz boğulurken bütün bunların altında cezayı çocuklarımız ödemesin. Düşlerinizi rüzgârlar yırtmadan salıverin uçurtmalarınızı gökyüzüne.
Ağlıyorum koca adama yakışmıyo..
Gülüyorum abes kaçıyo..
Susuyorum olmuyo.
Coşuyorum slogan oluyo..
Kendi kendime konuşuyorum herkes bi garib bakıyo..
DELİ eder bu yolcu adamı vallaa!..
Nerden devşirdiniz bunca insan yüreğini?..
İnanamıyom..İnanamıyom..Valla billa..
…susarım…payıma yaşanmamış bir çocukluk düşer…
Susamam..Susarım. Susmam .. Susturulurum..
Susadıkça su sakinleri su sunuyorlar su sakilerine
Duldurup doldurup ru be ru su..
Su-ndukça su-n uyorlar subh-u sadık; su bub-u sud;
Su vari leri’ne..
Kuy-i Yu suf Ha var i leri’ne
……
Sundukça su ya artıyor su! su! z luğum..
Su! Su! Su! Su! Su!
Su nuldukça su derinleşiyor su “suz” luğum..
SU su-nuyorum indikçe daha derinlere..
Kariz oluyorum..
Kar iz-leri’ne atıyorum kendimi..
Uzaak sular’a;el değmemiş akarsulara yırtınıyor yüreğim!
….
Su!Su!Su!…
Susundukça susunuyor yüreğim..
Isındıkça ısınıyor yanardağlar bağrında ırmaklarım..
Ah! Ayaklarım!..Ne kadar da İsmail kesildiniz böyle?
Ne kadar da Hacer!.
Yolculuk nereye?..
…….
Cümle sular akar Hüseyn’e doğru !..
……
Hayy!..
…..
Su fi..Hu ru fi..Şimdi niçin daha çok Yu Su fi ?..
Yu su f Hu su’nda bu kadar coşkun dur da..
Hu seyn Hu su’nda niçin bu kadar su s’ kun’dur fi?..
Bekledikleri bir haber mi var?.
Fih-i Mafih …
Ma’ama’fih…..
……..
Hayy Hay Hayyy!..
Hu’y Hu!y Hu’yyy!..
……..
Kanatlarımı getirin!. Uçuş başlıyor!..
Hay Huy Hay Huy Hay Huy Hay Huy Hay Huy Hay Huy Hayyyyyy!
Durun inecek var!.Eflaki kardeşler ! Durun inecek var!..
-Hayyyaaaaaa ale-s-Salaaaaaaaaaaaaaaahhhhh!…..
………
Yer yüzünde namaz vaktidir..
Yer yüzüm de.. Er yüzüm’e namaz vaktidir.
Saçlarımın taranıp okşanması vaktidir eyy!..
…….
Ardımdan imrenip bakmasın dı da n’apsındı felekler?
Ardımdan su dökmesindi de ya n’apsındı melekler?.
…….
Kanatlarımın ıslaklığı bu yüzdendir..
Yanaklarımın ıslaklığı.
………..
Yağmur Suyu’ndan dır.. Yağmur Suyu’ndandır..
Dudaklarımın ıslaklığı.
…….
Gül Suyu da nedir ki yağmur suyundan başka?…
Ya Leyl!
a.
Bu nedir herkes agliyor
göz yaştan ayrılalı çok oldu… hiç olmaz dediğimiz şey ama o bile hissetmeden yanaklara varıyor… yeni doğan her bebeği beze sarmak yerine büyüdün sen deyip elbiseye sarıyorlar…bebek ağlamaya başladığı andan itibaren büyük sayılıyor… neden mi? sorsanıza kendinize, öylesine sarılmışsınız ki işlerinize, onlara ayıracak çok vakti bırakın hiç vaktiniz yok, bundan olsa gerek hemen büyümeli… anne sütü 6 ay mı? olamaz işim var deyip bir an önce inek sütünü sevdirmeye çalışmıyor musunuz?… uçurtma mı? kocaman eşek kadar oldu deyip geri çevirmediniz mi? zaten maaş az , mesai fazla eve gelip yemek yiyip, az tv’ye bakıp yatmak varken sen oğluna kızına nolduğunu nasıl sorabilirsin değil mi? çocukları teknolojiler almıyor içlerine, aileler çocukları ellerinin tersiyle itiyorlar, unutuyorlar… bunları yazan sessiz bir yolcu… ve bu yolcu elleriniz vicdanınızda düşünmenizi arzuluyor… babalar sizler çocuklarınızı uykudayken onlar sevseniz bunun kime faydası var, onlar gözlerini yokluğunuzda açıp kapatıyorlarken…? anneler siz mutfakta bir domatese bibere özene bezene zaman ayırırken kızınız o zamana nasıl içerliyor düşündünüz mü? içte boşlayan çocukların dışa yönelmesinden doğal ne olabilir ki? hani hep birileri diye suçlanan vardır ya çocuklar beklenmedik bir şeyler yaptığında… belki de sensindir o biri anne? belki de sensindir o biri baba, nerden biliyorsunuz hiç düşündünüz mü? yüreğini başıboş rüzgara teslim edenlere…
rüzgargülü o bir küskün mimoza o bir özlem ve o şimdilerde çok sessiz bir yolcu:(
uçurtma olmak istiyorum…ve uçmak istiyorum özgürlükler ülkesine
Sorularıma verebildiğim en merhametli cevabın dizlerine yaslanmışım
izaha muhtaç olmayan bir sözcük edasında,yalın bir okadar üşümüş…
Mecalsizliğim daha bi meyyal kılıyor Kitabıma beni
ayetleri yüreğime ilikleyen Rabbime hamd ediyorum…