Biz, doğunun çocukları; biz, aşka ve adalete, hüzne ve merhamete güneşin doğudan geldiğine inandığımız kadar inanan, kocaman bir yüreği ilmek ilmek dokuyan, yeryüzü çocukları. Bu karanlık ve vahşet çağında, bilinci kirleten, pervasız bir güce imana zorlayan bu insafsızlık çağında, dayatılan kurak ve soysuz kimliklere direnmenin onuru değil mi kalbimizi serinleten? Serin bir yürekle baktığımızda dünyada:

   Anlamlar dünyasını tekdüzeleştiren modern paradigma, insana özgü inanç ve değerler sistemini mekanik reflekslerle kilitliyor. Yeryüzü, gittikçe yayılan küresel determinizmin faşist çerçevesine oturtulmaya çalışılıyor. Daha müreffeh ve konforlu yaşam standardı adına, tüketim egosu denilebilecek yeni tarz insan refleksleri geliştiriliyor. Bir dünya cenneti yaratma ve bu cennetin tanrısı olma iddiasındaki modernizm,  değerlerden yalıtılmış kütleler oluşturma gayretinde. İradesi elinden alınmış, kütleleştirilmiş yığınlar, kişiliklerini, egemen standartların uygun gördüğü rollere adapte etmeye çalışmakta. Böyle olunca duyargaları köreltilen insan, yeryüzünü kasıp kavuran, soygun, talan ve cinayet şebekelerinin cürümlerini yalnızca ” seyretmek”le yetiniyor ve hiçbir şey olmamış gibi itaatinin gerektirdiği ritüellere devam ediyor. Kurgulanmış bir yaşam, ahlak, onur, vefa gibi kavramlara, arkaik ve çağdaşı olarak bakıyor. Modern aklın kibirli saldırganlığına karşı duruşa geçen kim varsa bozguncu ve terörist olarak propaganda edilmekte. Evlerimizin en mahrem yerine sokulan medyatik kurgu, çocuklarımızı, geleceğimizi, ince ve sağmal vehimlerle dönüştürmeye çalışıyor. Kutsallarının içi boşaltılmış, gündelik hayatını polyanna tipi inanç örgüsüyle geçiren bir kişilik için, Irak’ta ve Afganistan’da binlerce insanın vahşice katledilmesi ve tecavüze uğraması, haber bültenlerinden gelip geçen birkaç görüntüden ibarettir.  Global piyasanın her gün değişik renk ve yöntemlerle dayattığı, kültürel, düşünsel ve biçimsel imajları, yaşam biçimlerine entegre etmekten başka bir işlevi olmayan yığınların tarihsel düşüşüne şahid oluyoruz. İnsanın nasıl mutlu olması, üzülmesi ya da öfkelenmesi gerektiği, sosyal ve siyasal ilişkilerini neye göre belirlemesi gerektiği, küresel etki merkezlerinde tasarlanarak dünyaya pazarlanıyor. Bu gün demokratik ya da kadife devrimler adı verilen Amerikan merkezli yönlendirmelere baktığımızda, değişim yaşayan ülkelerdeki kitlelerin Amerika’ya ve değerlerine toplu iman ayinleri düzenlediklerini görmekteyiz. Liberal- kapitalist sömürge akışkanlığının tıkandığı ya da tıkanma ihtimali olan ülkeler, bu fasit daireye giren ilk ülkeler oluyor. Acınası durumdur ki bu ahlaksız ve kirli strateji, medyatik ve teknolojik saldırganlık sayesinde gittikçe yayılıyor ve kabul görüyor. Teslim alınmışlık psikoloji içerisinde bir çok halk ya da devlet, kendini modern paradigmaya entegre etme uğraşısı içerisinde. Birçok dinî ve kültürel yapı, Avrupa ya da Uzakdoğu örneklerinde olduğu gibi bu eklemlenmenin ıssızlığını yaşıyor. Ancak Amerika açısında Müslüman dünya, bir kırılma noktası olarak her şeye rağmen halâ çatlak seslerin çıktığı bir coğrafya. Bu coğrafyanın, üzerinde yaşadığı insanlara kazandırdığı ufuk henüz tam olarak karartılamadı. Çünkü İslam, sürekli dinamik ve hayata bakan yüzüyle, insanı dönüştüren potansiyeli ile dahası, köklü bir direniş üslubu ve bu üslubun öngördüğü pratiği ile bağlılarına duru bir dirilik aşılıyor. İşte tam da buradan başlamak gerekiyor!

Önceki İçerikTARİHİN KIRILMA ANINDA
Sonraki İçerikDÖNDÜĞÜNDE BÜTÜN VÜCUDUYLA DÖNEN BİR ADAM