Ne okursunuz diye sormaktır asıl kastımız. Ne okursunuz? Bu sorudaki Ne’liğin hangi anlamının kullanılacağı okurun takdirine bırakılmıştır. Takdir okurundur. Çünkü okur bilir…Çünkü okur…
İlk okuma notumuzu İranlı sosyolog Ali Şeriati üzerine koyacağız. “İnsanın Dört Zindanı”… İnsan dört duvar örmüştür kendine. Algısaldır ve tüm algılarının çerçeveleyicisidir. Bireyin seçme özgürlüklerinin sınırlanmasından bahsediyor. Ki seçme özgürlüğü bırakın demokratik haklardan dem vurmayı bir yana varoluş psikologlarının kalemlerini süsleyen nakış oluvermişlerdir. Şeraiti, dar bir çerçeveden geniş bir açıya sahipmişçesine bakabilme zannıyla yaşayan 21.yy insanın portresi çiziliyor. Uzak ve yalın bir portredir bu. Ve malumdur ki ömrü kısadır yazarın. Söyleyeceklerini eveleyip gevelemeye vakti yoktur. Bilgi ve felsefe bir sağanağa tutulmuşçasına dökülmektedir kaleminden. Okur alışılanın aksine uzun cümleler arasında değil kısa cümlelerin ağırlığında tekrar başa dönüp kelimelerin cesaretine ve haddine selam vermektedir. Özgürleşemeyen birey sorunu. Özgürlüğün kimin sınırında olduğu karmaşası. Sonnot; Kendine kurduğun tuzak; görmeyen bir kölenin daha iyi hizmet edebilmesi için sahibi tarafından göz ucuna yerleştirilmiş gözlüğe can kurtaran muamelesi yapmasıdır.
İkinci not; “Dine Karşı Din” bağırıp çağırılmıştır çok zaman. Din ulusların afyonu diye. Doğru diyor Şeriati şaşırtarak, evet afyondur diyor ve ekliyor 17 yüzyıl filozofları gibi Din, insanların bilimsel sebepler karşısındaki bilgisizliklerin ürünüdür, hatta din halkın boş kuruntularının ürünüdür. Ve soruyor yazar bu din, hangi din dir? Din den kast edilen nedir? Dinzsizlik var mıdır? Yoksa tarih boyunca karşı karşıya gelen din ile din midir? İlk bakıita oldukça garip anlamının anlaşılması üzerinde çokça düşünülmesi gereken karmaşık kavramları sarahate kavuşturuyor yazar. Kafası karışıklar ve kendinden eminler için güzel bir okuma denemesi olacak.
Üçüncü not; “Sanat”. Sanat nedir gibi üçüncü sınıf bayat bir tartışmanın ortasına düşmek istemeyenler için; Var olmayan, var olması gerekenin arayışının ince ince dokunduğu kitabın yerini koltuk altlarında ayırın. Lakin; sizi şu cümle ile manipüle edeceğim; “bilgi; insanın varolan hakkında bilgilenme çabasıdır, teknik; var olandan mümkün mertebe faydalanmak çabasının aracıdır, oysa sanat; insanın olmayandan yararlanmak için çabasından ibarettir…”
Meraklısına not; okuma notları sadece iyi kitaplar için düşülmez. Kötü kitaplar için düşülmüş notları bu sütunun yazarının rüyalarını süslemektedir.
100. Yürüyüşünde Yolcu: “BUNCA YOL ÇİĞNEDİLER ÇİÇEK ÇİĞNEMEDİLER”
Yoldakiler:
*ömer idris akdin *cengizhan konuş *mustafa everdi *mustafa uçurum *mustafa ışık *çağatay hakan gürkan *ismail delihasan *akif dut *yıldırım beşkardeş *mehmet aycı *mehmet şamil *hamza çelenk *ismail aykanat *gökhan akçiçek *yasin yarar *eyüp akyüz *ömer vural *sadık yalsızuçanlar *faik öcal *mustafa köneçoğlu *bülent sönmez*bilal can *ahmet şevki şakalar *lütfi bergen *ismail demirel *duran çetin *ilyas sucu *fatih tezce *arif arcan *şevket hüner *mehmet özger *rabia gelincik *aydın hız *vahide nur kayar *gökhan akçiçek *ali korkmaz
*Ömer İdris akdin ‘Seyir Defteri’ni 99. Kez yazdı: “Saygıdeğer Okur! Elinde tuttuğun bu dergi, özgürlük adalet ve erdemli bir toplum oluşturma gayretlerine mütevazi bir katkı olsun amacıyla yayınlanmaktadır. Kabus ve vehim tacirlerine karşı onurdan ve vakardan yana saf tutmuş herkes için bir platform olma uğraşısında olacağız. İnanıyoruz ki geleceği ‘iki kardeşlik dünyası’ kuracaktır: Dinde ya da yaradılışta kardeşlik… Bu bağlamda yapılacak her türlü samimi ve içten katkıya açığız. Şafağın bereketi karanlığın rahminde saklıdır. Vesselam. 22 yıl önce yola çıktığımızda Seyir Defteri’ni böyle bir not ile bitirmiştik. Daha sonra bu notlara binlerce kelam eklendi.”
*Sahifenin Orta Yerinde Yılmaz Demir Derviş Zaim’i konuşturdu: “Eğitim, aile, çevre, gördüğüm ve işittiğim bir sürü şey bu tip bir inşanın üzerinde etkili olmuştur, filmlerimdeki biçimler yaşadığım bir sürü şeyin bir toplamıdır. Bilinçli ya da bilinçsiz hayatımın toplamı.”
*Sadık Yalsızuçanlar eskimeyen bir romanı irdeledi: “Yeni Baştan, aşk’la başlıyor. İbn Arabi’nin dediği gibi, ‘insan neye talipse odur…’ Ama aşk ve ölüm habersiz gelir. Gelir bir yolcu gemisinde sizi bulur.”
*Bilal Can Mekan üzerine kelam etti: “İnsan mekânın da kurdudur. Mekânı üretebildiği gibi mekânları ortadan kaldırabilme kapasitesine sahip olması, mekân üzerinde kendini sonsuz güce sahip hissetmesi, mekânı pasifize etmesi mekânı araçsallaştırması ve daha sonra da mekânı amaçsallaştırması sonucu mekâna dair anlamda bir kaymaya neden olmuştur.
*Lütfi Bergen, Yahya Kemal’de millet kavramı üzerine inceleme yaptı: ““Yahya Kemal, Müslümanlığı milletimizin tekevvününü sağlayan, ona ruh veren temel unsur olarak kabul eder: Milletlerin mayası kan değil, dindir”
*İlyas Sucu Endülüs’e atıf yaparak yakın tarihimizi değerlendirdi: “İnebahtı ve sonrasındaki gelişmeleri izleyerek, hem Osmanlı/Türk modernleşmesinin adımlarını takip etmek hem de aynı izlence üzerinden modern Batı’nın ya da kapitalist modernleşmenin alan açılımını eş zamanlı olarak düşünmek, ele almak.
*Mehmet Özger, Türkiye’de nasıl aydın olunur sorusunun peşine düştü: “Aydın yetiştirme potansiyeli olan alanlardan biri akademidir, en azından dünyada böyledir. Bizde akademi, dün olduğu gibi bugün de aydın yetiştirmiyor. Aydın; özgür düşünen, eleştiren, sorgulayan insandır. Ancak akademi, kendi içinde fasit bir daire olduğu için özgür düşünmeye imkân vermez.”
*Aydın Hız, Mustafa Bakırcı’nın Amerika’daki Giresun Kitabı üzerinden kıtaya seyrü sefere çıktı: “Yazar’ın da belirttiği gibi “Yağlıdere’den ABD’ye Göçün Hikayesi; Ağa Köprüsü’nden Brooklyn Köprüsü’ne” uzanırken, gidenlerin geride bıraktıkları, yanında götürdükleri ve götüremedikleriyle, unuttukları ve unutamadıklarıyla, yeni bir hayata karşı ürkek ve çekingenlikleri kadar girişimcilikleriyle büyük bir hikayenin hem gönül burkan hem de umut aşılayan bölümleri gibi.”
*Gökhan Akçiçek, Hüseyin Avni Cinazoğlu portresini inceledi: “Dostlarının “Sahipsiz Şadırvanın Özgür Güvercini” diye adlandırdığı Cinozoğlu, kızı Neslihan’ın vefatından sonra saçlarını bir daha kestirmez. Onu uzun saçlarını ile Safranbolu sokaklarında gören çocuklar da şair olmak ister. Şairliğin şiirle değil de, uzun saçla ilgisi olduğuna inanmıştır çoğu çocuk.”
Mehmet Akif Ersoy’un 4 dil bildiği söylenir. Batıyı ve doğuyu yakından takip ediyordu. Spencer, Nice, Schopenhover, Beaudhler, Zola, Volter, Piyerloti, Aleksandre Dumas Fils, Sadi, Hafız, Beydeba… Sanırım Türk aydın tipinde fazla görülen bir tarz değil bu.
Mehmet Âkif, anadili olan Türkçe’nin dışında Arapça, Farsça ve Fransızca’yı bu dillerde yazılmış kitapları okuyabilecek hatta onlardan tercüme yapabilecek ölçüde iyi biliyordu. Zaten kendisi de okulda en çok dil derslerinde başarılı olduğunu söylemektedir. Bu yüzden, devrinin en kültürlü edebiyatçısı olarak bilinir. Yakınları kütüphanesinde okunmadık tek bir kitabın bile olmadığını söylemektedirler. Üstelik okumaları tek yönlü değildi. Hem yerli edebiyatı hem doğuyu hem de batıyı okuyordu. Devrinin diğer aydınlarında bu durumu görmek gerçekten imkansızdır. Ayrıca Akif’in okumaları sadece edebiyatla da sınırlı değildir. Hemen her türdeki eserle yakından ilgilidir. Okuma tarzı da kendine göredir. Damadı Ömer Rıza’nın söylediğine göre bir eseri didik didik ederek hem de birkaç kez okur ondan sonra o eser hakkında hüküm verirdi. Okuma listesi de hayli geniştir. Fuzuli’den Süleyman Çelebi’ye, Evliya Çelebi’den Şeyh Bedrettin’e, Yunus Emre’den Osman Şems’e, Namık Kemal’den Muallim Naciye, A. Mithat Efendi’den Cenap Şahabettin’e, Firdevsi’den Sadiye, Ömer Hayyam’dan İbnül Kays’a, Muhyiddin Arabi’den İmam Gazali’ye, Muhammed Abduh’tan Cemalettin Afgani’ye, Muhammed İkbal’den Lamartine’ye, Emile Zola’dan Şekspir’e, Homeros’tan Tolstoy’a kadar yerli, yabancı, doğu, batı ayrımı yapmadan pek çok ismi ciddi anlamda okumuş ve değerlendirmiş bir insandır. Devamını oku »
MODERN DÜNYADA HİKMETİ ARAYAN BİLGE
Hikmeti yitirdiğimiz zamanlarda yaşamaktayız. Bir el kalbimize pençesini geçirmiş, kirlerini boşaltmakla meşgul. Şeytan, tuzaklarını bin bir türlü ustalıkla ayaklarımızın altına seriyor. Dünya her türlü albenisi ile kalplerimizin en derinlerine nüfuz ediyor. Bu durum karşısında sersemleşiyor, istikametimizi kaybediyoruz.
Vakti ihya eden bereketli bir el özlüyoruz. Kaybettiğimiz hikmeti bize gösterecek, ruhumuza sekine olacak bir bakışa hasret kesilmişiz. Bu bir dost eli, okşadığında, şefkatin tesirini kalbimizin en derinlerinde hissedecek, huzur ve saadet ile dolacağız. Müşevveş hale gelen zihnimiz sükûnete erecek, İslam’ın esaslarıyla müstakim bir çizgide ilerleyeceğiz. Bu bir hayal değil; isteyeceğiz ve istediğimizi elde edeceğiz. Adım atacağız ve başaracağız.
Küfür ehli yüzyıllardır içi boşaltılmış, çağa hitap etmeyen bir İslam sunmaya çalışmaktadır. Modern insanın kolay aldanabileceği zayıf noktaları tespit edip oradan nüfuz etmeye çaba göstermektedirler. Çoğu zaman bunu İslam’ın önüne veya arkasına birtakım sıfatlar ekleyerek yapmaktadırlar. Bugün İslam Dünyasının içine düştüğü vaziyete bakarken büyük bir utanç duymamak mümkün değil. Kendi köklerinden uzaklaştıkça uzaklaşmış, geleceğini Batı’nın köhnemiş ve tefessüh etmiş medeniyetinde aramaya başlamıştır. Müslüman aydınların bir kısmı İslam’ı reforma tabi tutarak sanki İslam’ın artık modern dünyaya vereceği bir cevabı yokmuş gibi davranmaya çalışıyorlar. Devamını oku »
” VİCDAN AYAKLANMASI “
- 42 yaşında KARA bir kadın
insanlığa onuru hatırlatıyor.
bir kadın
hem de siyahi
anglosakson kibrini yerle bir ediyor.
insanlık- kadın - siyahi - amerika
yeryüzü;
siyah bir tende özgürlüğü soluyor.
adı: rosa parks;
ve annemiz hacer’e ne kadar da benziyor…
Yazıya ilk cümle olarak kurguladığım birçok şey var elbette. Resimler var örneğin, kavramların beynimizde sözcük olarak değil de resim olarak belirmesi var. İlk cümle için yorulmak var. İlk cümleyi getirebilmek için saatlerce uğraşılan anların toplamı var. Yansımalar, çay, sigara, uykusuzluk nevinden birkaç somut öğe de ısmarlayabiliriz kendimize bu ilk için. Biz tam yedi cüceyiz, on dört kollu bir deniz. Her şey birdenbire öldü. Ölüm, yaşam birdenbire, İsa’nın varlığı birden üçe… Ortamın açıklanması zorunluluğu var bir de: sol taraftaki çay bardağı, hemen yanındaki çaprazlama çakmak, içerisinde iki günlük izmarit besleyen küllük ve ortamın dumanı, biberi yansımalar. Varoluş. Kendime dokununca kendime mi dokunuyorum? Yazıya sizli, bizli şahıslarla mı devam etmeliyim, ya da ille de yazmam gerekli mi? Koluma dokunduğumda parmağıma mı dokunuyorum, koluma mı yoksa iki eylem birlikte gerçekleşirken ben gürültüye mi gidiyorum? Hayır, hayır. İnsanlığın kurtuluşu bununla açıklanamaz; daha belirgin, daha net birbiriyle daha bağlantılı cümleler bulmalıyım.Bütünsel düşünmeliyim. İnsan yalnız düşüncesinde özgürdür. Öyleyse bu bütünsel ya da ayrık düşünme saçmalığını da nereden çıkarıyorum. Bu gibi düşüncelerle düşünceme sınıf koymamalıyım. Bu da bir sınır ya neyse. Kaplumbağalar evlerini sırtlarında taşırlar. Önemli olanlar anında kaydedilmediği takdirde unutuluyor. Bütün video-CD’lerin kumandaları özellik olarak aynı; yalnızca bazen tuşların yeri değişiyor, hepsi bu. Hepimiz Tanrıdan birer parça taşıyarak geldik bugüne. Pahalı ve ciltli kitaplar aldıkça tatmin olduk. Arasına renkli ayraçlardan bırakmayı unutmayınız lütfen. “Bugün yolda kimi gördüm biliyor musun?” Böyle bir soruyla karşılaştığınızda sakın “kimi”? diye sormayın! Bilin ki bu soruyu soran şahıs bir şekilde evire-çevire size kendi özelliklerinden birini daha sıralayacaktır. Ben şöyle okurum, hayat daha yaşanılır olmalı, her geçen gün daha da kötüye gidiyoruz; masal içinde masal, oyun içinde oyun. Biz şimdi canavarız; dört kollu dört bacaklı iki kafalı bir canavar, sarılmanın bir başka görüntüsü de bu işte! Sanır mısın ki her şey daha kolay olacak; bak küllük de damlatıyor. Samsun asfaltında hanginizin arsası var? Ama hayır. Önemli görüşmeler için başlayacak uzun yolculuklar var. Var olmanın dayanılmaz hafifliği çöküyor bütün ağırlığıyla üzerimize. Tam da bu anda çoğullaşıyoruz. Birinci çoğul şahıs. Köylülerin ülkemizde her iklimde yetişebildiğini biliyor muydun, bunu ben söylemedim. Ben onun yalancısıyım. Beynimdekileri kâğıda damlatıyorum, mürekkebim budur benim. .-Ayakkabım çok amaçlı kullanım yüzünden koksa da; bağcıkları açık bırakmak suretiyle bu durumdan yırtıyorum.
Son Yorumlar